Özür dilemek bu kadar zor mu?

BAŞBAKANLARI ve bakanları eleştirirken bir parça temkinli olmakta fayda vardır.

Çünkü bir ‘arıza’ çıkabilir.

Askerle ilgili bir konu olduğunda en nazik ifadeleri bulmak için büyük özen gösterilmelidir.

Çünkü ne olur ne olmaz.

Polis hakkında ileri geri yorum yapılmaz.

Çünkü ‘polis düşmanı’ olarak isim yapmak sağlığa zararlıdır.

Yargı mensuplarını eleştirirken bin türlü hukuki mütalaaya başvurmakta yarar vardır.

Çünkü yargı konuları netámelidir, dikkat ister.

Evet, durum budur.

Peki bu durumda ‘muhalif duruş’ gösterisi yapmak için yanıp tutuşanlar ne yapacak?

Ortada şöyle kolay ve belasız bir hedef yok mu?

Olmaz olur mu? Tabii ki var:

Meclis ve milletvekilleri...

***

‘Zor hedefler’le uğraşamayanların ‘kolay hedef’e abanmalarındaki ahlaki sorunu fark ettiğim günden beri, ‘Halkımız aç ama milletvekilleri aldıkları maaşla gününü gün ediyor’ tarzında cümleler kurmaya meraklı olanlarla arama hep mesafe koydum.

Çünkü ‘belalı hedef’ karşısında süt dökmüş kedi gibi olanların, iş ‘belasız hedef’e gelince nasıl da aslan kesildiklerini görmek midemi bulandırıyor.

İşte bu yüzden memleket idaresinde onca sorumlu varken, bütün suçu Meclis’e ve milletvekillerine yükleme ahlaksızlığına ve kolaycılığına kapılmadım.

Meclis’in saygınlığının çok önemli olduğuna inandım.

Ama...

Bu ilkesel duruş, Meclis’in saygınlığını zedeleyen milletvekili davranışlarına karşı duyarsız kalındığı anlamına gelmemeli...

***

Yani şu ‘Ordu’daki düğünde havaya ateş açan milletvekilleri’ olayına bugüne kadar girmemiş olmamın nedeni, sözünü ettiğim ilkesel duruştan ziyade bir beklentiden kaynaklanıyordu.

Şunu bekledim:

AKP Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa ve AKP Milletvekili Enver Yılmaz, çıkıp çok güçlü bir biçimde özür dilesin, pişmanlık açıklaması yapsın.

Böylece Meclis’e yönelik ‘Vur abalıya’ yaklaşımını güçlendiren bu olay nedeniyle, Meclis saygınlığının zedelenmesi hiç olmazsa bir parça hafiflesin.

Ama ne gezer?

Hem ‘özeleştiri kültürü’nden, hem de ‘özür kültürü’nden yeterince nasiplenememişiz.

Bu yüzden olayın üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen Milletvekili Enver Yılmaz, hálá ‘Ne yani? Ben o silahı Taksim Meydanı’nda mı attım?’ filan diye açıklamalar yaparak hatayı tevil etmeye çalışıyor.

Ve olan tabii ki Meclis’in saygınlığına oluyor.

Faşist cesareti

Mine Kırıkkanat adlı yazar, dünkü Radikal’de Zeytinburnu Sahilyolu’nda piknik yapan halkımızı şöyle tasvir ediyor:

Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir. Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı!’.

Bravo...

Ve de aferin...

Bu ‘faşist cesareti’ karşısında şapka çıkarıyoruz...

Çünkü:

BİR: Bugüne kadar gelmiş geçmiş en baba ‘halk düşmanları’ bile, kinlerini ve nefretlerini bu denli üslupsuz dile getirmemişlerdi. Çünkü ne kadar ‘halk düşmanı’ olsalar da çok anlaşılır nedenlerden dolayı yüzleri bir parça kızarıyordu. Yazarımıza işte bu yüzden bravo.

İKİ: Bugüne kadar gelmiş geçmiş en baba ‘faşistler’ bile, ırkçılıklarını en fazla ‘kafatası ölçümü’ne kadar götürebildiler. Oysa ‘cesur yürek’ yazarımız, olayı, kendi halkının bacak, kol ve kıl ölçümünü gündeme getirmeye kadar vardırmayı başardı. İşte bu yüzden aferin.

ÜÇ: Bugüne kadar gelmiş geçmiş en baba elitistlerimiz, halkı sadece kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde aşağılarken, bizimki ulusal bir gazetenin köşesinden ‘kara halkımız’ diye aşağılayabilmiştir. İşte bu yüzden helál olsun ona.
Yazarın Tüm Yazıları