Özgürlük olsun diye mi başörtüsü serbest oldu?

ORTAÖĞRETİMDE başörtüsünün serbest olması iki meseleyi ortaya çıkardı:

Haberin Devamı

BİR: Reşit olmayan çocukların nasıl giyineceklerine kim karar verecek meselesi...
İKİ: Ortaöğretimdeki başörtüsü serbestisinin yaratacağı mahalle baskısı meselesi...

*

Ben bu iki meseleye şöyle bakıyorum:

*

BİRİNCİ MESELE: Tabii ki ebeveynler, çocukları üzerinde her hakka sahip değildirler. Mesela çocuklarına fiziki ve psikolojik zarar veremezler. Fiziki ve psikolojik zarar söz konusu olduğunda kamu devreye girer ve müdahale eder. Ancak böyle bir zarar söz konusu değilse... Özgürlükçü toplumlarda ebeveynlerin çocuklarını nasıl yetiştireceklerine devlet karışamaz. Bazıları “yetişkin olmayan çocuklara ebe-
veynlerin başörtüsü taktırmalarının bir tür psikolojik zarar olarak değerlendirilmesi gerektiğini” söylüyorlar. Bu çok “su kaldırır” bir tezdir. Çünkü bu “tez” doğru kabul edildiği takdirde... Bir muhafazakâr da “Çocuğun önünde içki içilmesi teşvik edici bir etki yaratır ve çocuğa psikolojik zarar verir” diyebilir. Ve tartışma uzar, bir neticeye varılamaz.

*

İKİNCİ MESELE: Çok güçlü bir muhafazakâr iktidarla yönetilen ülkede ortaöğretimde başörtüsü serbestisi, başörtülü çocukları kayıran ve rol modeli oluşturan bir atmosfer oluşturabilir. Bu dikkate alınması gereken ve tartışılmayı hak eden bir meseledir. Ancak böyle bir mesele var diye yasakçı bir tutum alınamaz. “Atmosfer oluşturma” ve “rol modeli olma” gibi gerekçelerle yasakçılık meşru kabul edilirse... Aynı gerekçelerle başka yasakların da devreye girmesi söz konusu olabilir.

*

Orta öğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasının doğuracağı sorunların farkındayım ve bu sorunların tartışmayı hak ettiğine de inanıyorum.
Ancak ben, buna rağmen...
Ortaöğretimde de başörtüsü serbestliğinden ve özgürlüğünden yanayım.

*

Serbestlikten ve özgürlükten yanayım ama bildiğim bir şey de var:
Bu hükümet, ortaöğretimde başörtüsünü özgür bırakarak...
Toplumsal özgürlük adına bir adım atmış falan değil.
Çünkü bu hükümet, muhafazakârların hak ve talepleri dışındaki hiçbir konuya “özgürlükçü bir bakış” ile yaklaşmıyor.

*

Mesela eleştirilmeye asla tahammül edemiyor. Kendisini eleştirenleri “Türkiye düşmanı” olarak ilan edebiliyor.

*

Mesela basın
özgürlüğü konusunda
hiç de özgürlükçü değil.

*

Mesela toplanma ve gösteri yürüyüşü konusunda özgürlükçülüğü esas almıyor. Üç kişi bir mesele hakkında bir basın açıklaması yaptığında tekme tokat girişiyor. Memlekette hükümet yanlıları dışında biber gazını tatmayan bir canlı neredeyse kalmadı.

*

Mesela ifade özgürlüğü konusunda özgürlükçü bir tutum almıyor. Daha dün Soma konusunda basın açıklaması yapan öğrencilere 22 yıldan dava açıldı bu ülkede.

*

Mesela Alevilerin zorunlu din dersleri konusundaki itirazlarına hiç de özgürlükçü yaklaşmıyor. “Cemevi” dendiğinde “özgürlük” aklına bile gelmiyor.

*

Mesela başka hayat tarzları söz konusu olduğunda özgürlük falan aklına gelmiyor hükümetin... Aniden çatık kaşlı, tavizsiz ve yasakçı bir baba oluveriyor.

*

Mesela 9/10 yaşlarındaki çocukların istedikleri gibi başlarını örtmesi söz konusu olduğunda alabildiğine “özgürlükçü” olabiliyor ama artık yetişkin konumunda olan gençlerin kimlerle hangi evlerde nasıl kalabilecekleri konusu söz konusu olduğunda özgürlük kelimesi aklının ucundan bile geçmiyor. Ne özgürlüğü! Resmen ceberutlaşıp en mahrem alana bile polis marifetiyle müdahale etmeyi göze alabiliyor.

*

Mesela 12 Eylül rejiminin en azılı kurumu olan YÖK’ü daha da güçlendirirken “özgürlük” aklına bile gelmiyor. Mesela öteden beri şikâyet edilen diyanet işleri konusunda “özgürlükçü” en küçük bir yaklaşımı bile yok.

*

Uzatmayalım.
Kısacası...
Sadece muhafazakâr kesimin talepleri söz konusu olduğunda özgürlükçü...
Onun dışındaki tüm alanlarda baskıcı ve yasakçı...
Bir hükümet var karşımızda.

*

İşte bu nedenle...
Ortaöğretimde başörtüsü serbestliği getirilmesini “demokratikleşmenin ve özgürleşmenin bir parçası” olarak görmek mümkün değil.

*

Hükümetin derdi, “özgür bir toplum” değil.
Eğer derdi bu olsaydı...
Muhafazakârların dışında kalan kesimlerin dertlerine ve sorunlarına da “özgürlükçü” yaklaşırdı.

*

Eğer sadece kendi dünya görüşüne, kendi hayat tarzına uygun olan konularda özgürlükçü, diğer konularda yasakçı ve baskıcı olunursa...
Atılan adıma “özgürlükçü adım” denmez.
Peki ya ne denir?
Şunlar denir:
Kendi dünya görüşüne, kendi yaşam tarzına uygun bir toplum yaratmak için adım atıyor denir.
Özlediği toplumsal düzen adına mühendislik yapıyor
denir.
Bunun da özgürlükçülükle falan bir ilgisi yoktur.

Haberin Devamı



MİT destanını çökerten 3 şey

Haberin Devamı

REHİNELERİN kurtulmasından yola çıkılarak yazılan anlı şanlı MİT destanını çökerten üç şey:

*

BİR: Başkonsolos’un “Sakladığımız bir cep telefonu vardı, o telefondan sürekli Türkiye ile görüşüyorduk” açıklamasının yol açtığı “Peki arkadaşım, hadi telefonu parçalayarak sakladın, peki o telefonu nasıl şarj ettin” sorusu...

*

İKİ:
Rehinelerden birinin yaptığı “Sınıra götürüldük, orada dört saat MİT’in gelmesini bekledik” açıklamasının akıllara getirdiği “Hani her saniyesi kameralarla adım adım takip edilen bir operasyon yapılmıştı” sorusu...

*

ÜÇ: Siyasilerden birbiri ardına gelen “Takas yaptık, siyasi görüşme yaptık, pazarlık yaptık” açıklamalarının neden olduğu “İyi de o zaman nasıl oluyor da destan yazılmış oluyor” sorusu.

Haberin Devamı

Operasyon tornistanı

CUMHURBAŞKANI Erdoğan, IŞİD’e karşı operasyona askeri ve siyasi her türlü desteği vereceğiz açıklamasını yapınca...
Ben en çok...
Bugüne kadar...
“Türkiye’nin operasyona katılmaması çok doğru bir karar” diyenlerin...
“Türkiye dik duruyor” diyenlerin...
“İşte şahsiyetli dış politika bu!” diyenlerin...
“Türkiye artık kendi kararını kendi veriyor” diyenlerin...
“ABD’nin dümen suyuna girmek yok” diyenlerin...
Yapacakları tornistanı düşünüp eğleniyorum.

*

Şu cümleleri şimdiden işitir gibiyim:
Türkiye tabii ki operasyona katılmalıdır,
bu çok doğru bir karar.
Türkiye dünyadan kopamaz.
Dünya neredeyse Türkiye orada olur.
IŞİD’e bir vurup
üç alacağız.

Haberin Devamı



Taş düşebilir İskele çökebilir

RÜZGÂR azıcık fazla esti diye...
Taksim’in göbeğinde her gün altından geçip gittiğimiz devasa inşaatın devasa iskelesi çöküverdi.
Allah korudu da kimse ölmedi.

*

Bu olay vesilesiyle Kadir Abi’den bir ricam var:
Kastamonu dağlarında var olduğu söylenen o meşhur “taş düşebilir, ayı çıkabilir” tabelasının bir benzerini...
İstanbul’un merkezi yerlerine birer ikişer tane astırıversin.
Ne de olsa kendisi pankart asma, reklam yapma konusunda pek mahirdir.

Yazarın Tüm Yazıları