Paylaş
Olay: Komisyon üyeleri Sivas katliamında babası can veren Zeynep Altıok’u dinliyor.
Ve bu sırada...
AK Parti Diyarbakır Milletvekili Oya Eronat ile Zeynep Altıok arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
- OYA ERONAT: Aziz Nesin kışkırtmasaydı, cahil kesimi hareke geçirmeseydi... Bazı insanlar için din hassas bir konudur. Kaşınması doğru mu? Aziz Nesin böyle yapmasaydı, babam ölmeseydi diye kafanızdan geçti mi?
- ZEYNEP ALTIOK: Aziz Nesin’e tahrik edici sorular gelmiştir. Nesin bunu söylemeseydi yaşanmaz mıydı? Belki evet ama bu ütopik bir görüş. Ben de bazen provoke oluyorum ama adam öldürmüyorum.
- OYA ERONAT: Herkes fikrini söylemeli ama her fikir söylenmeli mi? Kadına ne kadar çirkinsiniz denmez mesela... Kışkırtmak gerekir mi?
- ZEYNEP ALTIOK: Provokasyon deniliyor, tamam belki var ama hırsızın hiç mi suçu yok.
- OYA ERONAT: Güner Ümit Alevilerle ilgili bir laf etti infial oldu.
- ZEYNEP ALTIOK: Herkes tepki gösterdi ama bir saldırı olmadı. Kindarlık ekseninde değil hoşgörü ekseninde yetiştirelim çocukları...
Zeynep Altıok’a bravo!
Milim geri adım atmadan bir insanlık çizgisini gayet güzel bir şekilde savunmuş Meclis çatısı altında.
Katliama gerekçe üretmeye kalkan Oya Eronat’a en güzel cevapları vermiş.
“Ben de provoke oluyorum ama gidip adam öldürmüyorum” diyerek milletvekiline kapak yapmış.
Fazla söze gerek yok.
“Fazla söze gerek yok” dedim ama yine de fazladan bir şeyler söylemeden geçemeyeceğim:
Çünkü AK Partili Milletvekili Oya Eronat’ın yaklaşımı ile darbe tartışmalarında ortaya çıkan bir yaklaşım arasında müthiş bir paralellik var.
Hani darbeler meselesi gündeme gelince...
“İyi ama durup dururken mi darbe oldu? Asker kışkırtılmadı mı? Siyasiler şunları yapmadı mı? Anarşi azmadı mı? Tarikat şeyhleri Başbakanlık’ta ağırlanmadı mı? Liderler birbirlerine küsmedi mi?” türü bin türlü darbe gerekçesi sıralanıyor ya...
Bu durumda ne deniliyor?
Şu deniliyor:
“Bunların hiçbiri demokratik süreçlere askeri müdahalenin gerekçesi ya da bahanesi olamaz”.
Aynı yaklaşımdan hareketle Oya Eronat’a şunu sormak isterim:
Darbeye gerekçe ve bahane üretilmesine dayanamayan yüreklerimiz, nasıl olacak da otel yakıp katliam yapmaya gerekçe ve bahane üretilmesine dayanacak?
CHP tarihini böyle savunamazsınız
BAZI okurlarım kızmışlar bana.
Diyorlar ki:
Camiler ahır yapılmadı.
Dost acı söyler. Ben de acı söyleyeceğim:
- Siz falanca caminin ahır yapılmadığını kanıtlarsınız, filanca camiyi çıkarırlar karşınıza...
- Siz falanca caminin satılmadığını kanıtlarsınız, filanca caminin satıldığını çıkarırlar karşınıza...
- Siz camilerle ilgili süper kanıtlar ileri sürersiniz, bu sefer de “ölülerimizi yıkayacak imam bulamıyorduk” cümlesiyle çıkarlar karşınıza...
- Siz CHP’nin açtığı birkaç “imam-hatip okulu”ndan söz edersiniz, bu sefer de Ayasofya’nın müze yapılmasını gündeme getirirler.
- Siz Elmalılı’nın tefsirinden söz edersiniz, bu sefer de ezanın Türkçeye çevrilmesinden söz ederler...
Neyse... Daha fazla uzatmayayım.
Demem o ki: Bu tuttuğunuz yol, yol değil.
Bu alanda Tayyip Erdoğan’ı alt edemezsiniz.
Tek parti dönemiyle ilgili Erdoğan’da daha çok malzeme var.
Siz en iyisi şunu yapın:
Cumhuriyet’in pozitivist, Batıcı, dine mesafeli, dini toplum hayatının dışına çıkarıcı bir “proje” olduğunu söyleyin.
Bu projenin, o dönemin dünya koşullarına uygun bir proje olduğunu söyleyin.
Ama bugün için yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini de vurgulayın.
Böylece Tayyip Erdoğan’ın elindeki bütün malzemeyi bir anda “işe yaramaz” hale getirin.
Benim önerim bu... Ama yine de siz bilirsiniz.
En çok söylenen 5 sanatçı yalanı
BİR: Son romanımı yazarken öyle ağladım, öyle ağladım, öyle ağladım ki...
İKİ: Bu albüm içime sindi.
ÜÇ: Sette müthiş uyum var, çok eğleniyoruz.
DÖRT: Sezen Aksu’yla çok yakınız.
BEŞ: Filmimiz çok güzel oldu.
İshak Alaton’dan gelen mektup
İSHAK Alaton, Yeni Şafak gazetesine verdiği bir röportajda “TÜSİAD üyeleri, 28 Şubat’ın ertesi gün generalleri Ankara’da ziyaret edip bağlılık bildirdi” demişti. Ben de konuyla ilgili olarak 28 Şubat’ta TÜSİAD yönetiminde bulunan Bülent Eczacıbaşı’nın anlattıklarına yer vermiştim.
Dün İshak Alaton’dan bir mektup aldım.
Hoş bir mektup...
Aynen aktarıyorum:
“Sevgili kardeşim,
Bu sabah okuduğum yazınız üzerine yazıyorum: Evet! Sayın Bülent Eczacıbaşı’nın size aktardığı bilgiyi teyit ederim.
Bülent Eczacıbaşı kardeşim aradı. ‘Fırçaya hazırım’ dedim.
Kibar, efendi bir genç adamdır. Bana TESEV’i birlikte kurduğumuz kıymetli babasından mirastır.
‘Böyle söylediniz mi?’ diye sordu.
‘Evet’ dedim. ‘Mea culpa’ dedim. ‘Lapsus linguae’ dedim. Bazı gençlerin dolduruşuna ve yalan yanlış laflarına kandım ve tahkik etmeden kabullendim. Mükemmel olmak sadece Allah’a mahsus... Ben de hata yapabilirim. Ancak özür dilemeyi bir erdem sayarım. ‘Erre humanum est’. Bu kadar Latince ders, bugün için yeterli galiba...
Sevgilerimle...”
Bitmedi...
İshak Bey mektubunun sonuna bir de not eklemiş.
O notu da aynen aktarıyorum:
“Yine de TÜSİAD’ın bugünkü yönetiminin, şapkasını önüne alıp bir iç hesaplaşma yapmasının zamanı geldi.
Dik duran insanlara yakışanı da geçmişteki hataları idrak, sonra ikrar ve en son özür dilemek... Özür insanı yüceltir.
TÜSİAD şöyle demelidir:
‘Geçmiş dönemlerde TÜSİAD üyeleri arasında demokrasiye sahip olma yolunda bir zihniyet geliştirilemedi. Batılı anlamda bir burjuvazi oluşmadı. Karl Marx’ın ‘özgürlüğün (ve liberal ekonominin) bayrağını burjuvazi taşır’ prensibi pek özümsenmedi, anlaşılmadı. TÜSİAD’ın bugünkü yönetimi, geçmişteki bu olumsuzluklar için Türk toplumundan özür diler’.
Kısa, öz... Cesaretle...
Ben olsam böyle yapardım”.
AHMET HAKAN’IN NOTU:
İshak Alaton’un yazdığı Latince cümlelerin anlamı şöyle:
- Mea culpa: “Günah benim” demektir. Orhan Gencebay’ın dediği gibi: “Hata sende değil bende”.
- Lapsus linguae: “Dil sürçmesi” demektir. Orhan Gencebay’ın dediği gibi: “Dil yarası dil yarası / en ağır yaraymış”.
- Erre humanum est: “Hata insana özgüdür” demektir. Orhan Gencebay’ın dediği gibi: “Hatasız kul olmaz”.
Üç şahane olay
- ERDOĞAN’IN DİL BİLİNCİ: Başbakan Erdoğan son zamanlarda bir “dil bilinci” geliştirdi. Eski kelimelerle olan ilişkimizin kesilmemesi gerektiğini söylüyor, İngilizce tabela isimlerine karşı çıkıyor. Harika... Şahane... Keşke Başbakan Erdoğan, yakın çalışma arkadaşlarını konuşmalarının içine yerleştirdikleri “win win” gibi, “background” gibi, “hinterland” gibi İngilizce sözcüklerden uzak durmaları konusunda da uyarsa...
- 1 MAYIS’TA İSLAMCILAR: Fatih Camii’nde göletlerde boğulan, yangınlarda can veren işçiler için gıyabi cenaze namazı kılıp Taksim’e doğru yürüyüşe geçeceklermiş. Kendilerine “Devrimci Müslümanlar” diyorlarmış. Evsiz çocuklarla beraber yürüyeceklermiş. İhsan Eliaçık önderliğindeki Emek ve Adalet Platformu’nun 1 Mayıs’ta alanlara çıkma kararını saygıyla selamlıyorum. “İnsanlığın vicdanı” olmak böyle bir şeydir.
- TÜRBAN RESEPSİYONDA: Ne büyük, ne hoyrat, ne ayıp bir uygulamaydı şu “eşsiz davetiye” uygulaması... Çok şükür bu uygulama da son buldu. 23 Nisan Resepsiyonu’na Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan da katıldı. Böylece bir normalleşme daha yaşandı.
Paylaş