Orhan Pamuk’a Türkiye mektubu

SEVGÄ°LÄ° Orhan Abi...

Uzun bir aradan sonra sessizliğini bir Japon gazetesine verdiğin röportajla bozmuşsun...

Şöyle demişsin:

"Allah’a şükür, 10 yıldır darbe yok ancak ordunun her gün ’bunu yapmayın, şunu yapmayın’ demesinden hoşlanmıyorum."

Evet, aynen böyle demişsin...

Fakat Orhan Abi, sanırım yurtdışında olup biteni pek takip edemiyorsun...

EÄŸer takip etseydin...

Bundan iki yıl önce söylediğinde "Orhan Pamuk cuk oturtmuş" ya da "Orhan Pamuk yine risk almış" diyebileceğimiz bu saptamanın, bugünün Türkiye’si için pek bir anlam ifade etmediğini fark ederdin...

Demem o ki...

Bu memleket, artık senin terk edip gittiğin memleket değil Orhan Abi...

Sen gittin gideli, acayip şeyler oldu ülkemizde...

"Ne oldu yahu... Ne kaçırdık" mı diyorsun?

Anlatayım...

* * *

Ahval ve ÅŸerait ÅŸu merkezdedir:

Artık emekli generallerimiz, bırak "Ben bir zamanlar generaldim" diye hava basmayı, emekli general olduğunu bile saklar hale geldi...

Artık sabahları emekli generallerimizin kapılarını "sütçü" değil, "polis" çalmakta...

Şanlı ordumuzun halkımıza sıkça ayar verdiği, her Allah’ın günü "Genelkurmay Başkanlığı’ndan bildirilmiştir" cümlesiyle biten sert metinler aracılığıyla son sözü söylediği günler çok ama çok geride kalmıştır.

Hani bir zamanlar korunaklılığı efsaneye dönüşen askeri lojmanlar vardı ya... O efsane yerle bir olmuştur.

Artık memleketimizde hükümet eleştirisi yapmak, Genelkurmay eleştirisi yapmaktan çok daha büyük risk taşımaktadır.

Ordumuz, "öfke kontrolü" açısından dünyanın en müstesna ordusu haline gelmiştir...

Artık "Genelkurmay’ın ışıkları bu gece sabaha kadar sönmedi" dendiğinde, bırak heyecanlanmayı yaprak bile kıpırdamamaktadır.

Artık ne idüğü belirsiz tuhaf bir adam bile, devletimizin televizyonunda üç buçuk saat, eski genelkurmay başkanları üzerinden rahatlıkla geyik çevirebilmektedir...

* * *

Sözün özü şudur Orhan Abi...

Eğer amacın, "Nobel’li muhalif yazar Orhan Pamuk, yine fevkalade riskli açıklamalar yaptı" dedirtmekse...

Orduya değil, hükümete çakman çok daha münasip kaçar...

Sadece haber vereyim dedim...

Hrant türküsü

SOĞUK bir öğleden sonraydı...

"Duydun mu? Agos’un önünde Hrant’ı vurmuşlar" dediklerinde...

Apar topar gitmiÅŸtim olay mahalline...

Manzara ÅŸuydu:

Birbirinden pek hazzetmeyen adamlar ve kadınlar, birbirlerine sarılmış gözyaşı döküyorlardı...

Bedri Baykam’ı bile görmüştüm orada...

Hrant’ın işte böyle bir kimyası vardı...

İki dakika muhabbetine katılıp onu sevmeyecek adam olamazdı yeryüzünde...

"Siyah Ermeni"ydi Hrant’ımız, "Siyah Türkler" ile akrabalığı oradan gelir...

Kafasını gözünü kırmadan sekiz bozlak attırırdı, bu topraklara ait olmasının en sağlam kanıtı budur...

Mazlumu gördü mü kimliğini falan sormadan hemen yanı başında yerini alırdı, hayatı boyunca mazlum olarak yaşamasının getirdiği bir ustalıktı bu...

Soğukkanlı değildi, Malatyalıydı...

Ne "sekter bir liberal" idi, ne de "burnundan kıl aldırmaz bir kanaat önderi"...

Lirikti, esrikti, şaka kaldırırdı...

Gürültülü güler, gürültülü ağlardı...

Onu hep özlüyoruz ya...

Galiba böyle bir adam olduÄŸu için özlüyoruz...Â

Bu kadar da olmaz

"MÜMTAZER Türköne kimdir?" diye piyasada kime sorarsanız sorun, alacağınız tek bir yanıt vardır: "Tansu Çiller’in danışmanı."

Girin "Google"a... "Mümtazer Türköne" yazın... Çıkan sonuçların yüzde 99’unda "Çiller’in danışmanı Türköne" ibaresine rastlarsınız...

Fakat o da ne?

Bir bakıyoruz, Mümtazer Türköne, Vatan’a verdiği röportajda, "Tansu Çiller’in resmi danışmanı hiç olmadım" deyiveriyor.

Bütün kariyerini "Tansu Çiller’in danışmanı" sıfatının üzerine bina etmiş bir adamın, hepimizin gözünün içine bakarak yalan söylemesi karşısında "pes" demekten başka elden ne gelir...

Belki de herkesin bildiğini herkesten saklamaya çalışan Mümtazer’e somut bir soru sorarak kafayı yemekten kurtulabiliriz:

"Mümtazer Bey... Ortağı olduğunuz danışmanlık şirketi, 1996-1997 yıllarında Doğru Yol Partisi’ne hangi amaçla fatura kesiyordu? Şirketiniz DYP’ye ne tür bir hizmet vermişti?"
Yazarın Tüm Yazıları