Paylaş
- Yumaaurtanın bir “mizah silahı” haline gelmesine yol açtılar.
- Demokrasinin şampiyonluğuna oynuyorlardı, küme düşme konumuna geldiler.
- O kadar orantısız abandılar ki, Kemalist sol’u bile neredeyse sempatikleştirdiler.
- Zaten yeterince sulandırılmış olan Ergenekon’u sele teslim ettiler.
- “Asıl sosyal demokrat biziz” diye böbürleniyorlardı, aslında “tipik sağcı” oldukları ortaya çıktı.
- Herkese 1970’lerin Adalet Partisi ile Tercüman Gazetesi’ni anımsatmayı başardılar.
- Normal şartlar altında hiç ses getirmeyecek bir eylemden, iktidar karşıtı bir hareketin doğmasına yol açtılar.
- “Polis sever” olduklarını kanıtladılar.
- Kendilerine daimi destek atan demokratları mahcup ettiler.
- “Kardeşliğimizi bozmak istiyorlar” diyerek, darbe dönemlerinin meşhur “Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz dönem” edebiyatına kayıverdiler.
İçkili lokantaya baskın olayına aykırı bir bakış
ANKARA ’da içkili bir lokanta...
Aileler, çocuklarıyla birlikte yemek yiyorlar.
Ve lokanta, birden sivil polisler tarafından basılıyor.
Gerekçe: Çocukların belediye ruhsatlı içkili mekânlarda yer almasının yasak olması...
* * *
Benim şu türden bir çocukluk anım yok:
“Bir kış öğleden sonrası ailemle içkili bir lokantaya gitmişiz, büyükler içki içip yemek yemişler, biz küçükler de oyuna dalmışız”.
Ben içkili lokantaların önünden bile geçilmesinin sakıncalı bulunduğu bir kültürel atmosfer içinde geçirdim çocukluğumu...
Sadece ben mi?
Bugün memleketi yönetenlerin kahir ekseriyeti benden farklı bir çocukluk geçirmediler.
Belki de bu yüzden “İçkili mekânda çocuklar yer alamaz” gerekçesiyle yapılan polis baskınının, bazı insanlarda nasıl bir ruh çöküntüsüne yol açabileceğini yeterince anlayamıyoruz.
Tıpkı “imam hatip” dendiğinde, “türban” dendiğinde tüyleri ürperen insanların, karşı tarafta yol açtıkları hasarı yeterince anlayamadıkları gibi...
* * *
Eğer iki taraf da birbirini tam olarak anlayabilseydi...
Bugün “türban” da, “imam hatip” de gündemden düşerdi.
Eğer iki taraf da birbirini tam olarak anlayabilseydi...
Başbakan Erdoğan, çoluk çocuk bir lokantada yemek yiyen insanlara yönelik polis baskını nedeniyle çıkıp özür dilerdi.
Şaştığım şeyler
- “Hayde” adlı türkünün, Kazım Koyuncu’dan çok Cem Yılmaz’dan dinlenmesine...
- Artık dekoltesini değil aklını öne çıkaracağına dair topluma söz veren Seray Sever’in “Beni kaybeden erkekler eşekliklerine doymasınlar” diyerek sözünden caymasına...
- Herkeslerin bir anda Ahmet Kaya’cı kesilmesine...
- Artık “Doktor ne yersen ye dedi” makamına geçmiş olan Emre Aköz’ün hâlâ tepki alıyor oluşuna...
- Radikal yazarlarının verdikleri “Bir arada olamayız” havasına...
- Şenol Güneş’in onca başarısına karşın hâlâ “Karizması yok” diye küçümsenmesine...
- Adnan Hoca’nın televizyon programlarını yöneten Oktar Babuna’nın sürekli “İnşallah / maşallah” demesine...
Süper espri
EKONOMİ yazarı Funda Özkan, Akşam Gazetesi’ne geçmiş.
Ve ayağının tozuyla bir röportaj vermiş. Röportajda “İsim isim patronlar” bölümü var.
Rahmi Koç için “İş hayatından sıkılan, mümkün olsa sürekli dünyayı araştırmak isteyen bir insan” demiş.
İshak Alaton için “İleri demokrasiye ilişkin söylemlerini bu ülkede çok erken söyledi” demiş.
Hamdi Akın için “Risk almayı seven, dünya vizyonu olan bir işadamı” demiş.
Ve sıra gelmiş Ali Ağaoğlu’na...
İşte burada espriyi patlatmış:
“Bir röportajı vardı Ali Ağaoğlu’nun, ‘Gencim, yakışıklıyım, bekârım’ diye... Üçünün de doğru olmadığını ben biliyorum”.
Şahane değil mi?
“Zarif bir şekilde laf çakmak” dedikleri bu olsa gerek.
Millete dair küçük bir nutuk
EY ağızlarını açtıkları zaman “Millet bizim arkamızda” diyenler!
Ey konuştukları zaman “Milletim her şeyi görüyor” diyenler!
Ey karşılarındakine “Millet size karşı” diyenler!
Şunu iyi biliniz ki:
Yekpare bir millet yoktur.
Her şeyi görenler de millete dahildir, görmeyenler de...
Arkanızda olanlar da millete dahildir, olmayanlar da...
Sizin için yanıp tutuşanlar da millete dahildir, yanıp tutuşmayanlar da...
Kısacası... Millet dediğiniz
çok katmanlı, çok çeşitli, çok değişik, laf aramızda mozaik
gibi bir şeydir.
Eğer sadece size destek çıkanları “millete dahil etmek”, çıkmayanları ise “milletten saymamak” gibi bir kastınız yoksa...
Şu “milletim” edebiyatını bırakınız.
‘Altın Hızma’ yetim kaldı
SADECE “Altın Hızma” mı?
“Süseni mahmur” da yetim kaldı, “Muhalif hoyrat” da...
“Evlerinin önü boyalı direk” de yetim kaldı, “Şıh bağı” da...
Daha doğrusu zaten yetim olan Kerkük hepten yetim kaldı.
Kerkük Türkmenlerinin tek sesi Abdurrahman Kızılay’ı kaybettik.
O Abdurrahman Kızılay ki...
Öyle bir “Kalk gidelim çayhaneye baba gönlüm dinlensin” derdi ki, hepimizi mest ederdi.
Ayınları öyle bir çatlatır, hoyratlarda sesini öyle bir inceltir, uzun havalarda öyle içten olurdu ki, hepimizi perişan ederdi.
“Baba bugün dağlar yeşile boyandı” diye bir asıldı mıydı türküye, kayıtsız kalınamazdı.
“Yaz günü temmuzda sen terle ben sileyim” diyen de oydu, “Beyaz gül kırmızı gül / Güller arasından gelir” diyen de... Ne kadar yansak azdır.
Allah rahmet etsin.
Paylaş