Paylaş
Serra Yılmaz gibi bir sanatçının “Başörtülüleri görünce öcü görmüş gibi oluyorum” demesine kafayı takmış bulunmaktayım.
* * *
Demek ki neymiş?
-İtalya’larda fırtına gibi essen de...
-Ferzan Özpetek’in gözdesi olsan da...
-Mükemmel Fransızca, kusursuz İtalyanca konuşsan da...
Sanat çevrelerinin ayrılmaz bir parçası olsan da...
Dünyaya, insanlara, kültürlere, farklı yaşam biçimlerine son derece kaba, son derece hoyrat, son derece sığ ve son derece düzeysiz bakabiliyormuşsun.
* * *
“Serra Yılmaz kafası” diye bir şey var.
Şöyle bir “kafa”:
-Batı uygarlığı dışında başka bir uygarlığın varlığına tahammül bile edemeyeceksin.
-Batılı yaşam tarzı dışındaki yaşam tarzlarına burun kıvıracaksın.
-Dinsel düşünceyi hurafeye indirgeyeceksin.
-19 yüzyılda kalan akıl ve bilim tutuculuğuna saplanıp kalacaksın.
-Alabildiğine şekilci olacaksın.
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
“Serra Yılmaz kafası”, sanılanın aksine şu sıralar “muhafazakâr çevreler” için bulunmaz bir kafadır.
Neden mi?
Şundan dolayı:
“Serra Yılmaz kafası”, o zalim ve kıyıcı dilini çıkarınca, kendi zalimliklerinin konuşulmasından bunalmış muhafazakâr çevreler, “Yaşasın, işte bizim
zalimliğimizi unutturacak çıkış” havasına girerler ve atlarlar Serra Yılmaz’ın anlattığı “öcü masalı”nın üzerine...
Böylece o pek sevilen “laik hegemonyanın zalimlikleri” konusuna yeniden dönme şansı elde edilir.
Bir süreliğine de olsa yeniden üste çıkılır.
* * *
Yani demem o ki, “Serra Yılmaz kafası”, memlekette bunca “hakiki öcü” varken anlattığı çocuksu, hoyrat ve kaba “öcü masalı” ile muhafazakâr çevrelere süper bir hayat öpücüğü bahşeder.
En iyi James Bond için gittim, en kötüsü çıktı
-Bundan önceki iki James Bond filmi “Casino Royale” ve “Quantum Of Solace”, “Skyfall”ın yanında meğer birer baş yapıtmış. Her ikisini de mumla aradım vallaha... Sanki bu önce çekilmiş, diğer ikisi bundan sonra çekilmiş gibi...
-İstanbul bölümündeki aksiyon, bundan önceki Daniel Craig’li iki James Bond filminde gördüğümüz aksiyonu geçecek düzeyde değildi. Fakat ben asıl İstanbul’da koşuşturan James Bond’un nasıl olup da birden Adana’daki trenin üzerine çıktığına takılıp kaldım.
-Filmin son 45 dakikasında fena halde sıkıldım. Çünkü ben de herkes gibi son 45 dakikada neler olup biteceğini az çok tahmin edebiliyordum.
-Javier Bardem fena değildi. Fakat ne yapsın zavallı Javier... Hikâye o kadar yavan, renksiz ve şişirilmiş ki döktürse de kıymeti yok.
-Diyalogları uzun, aksiyonu zayıf, hikâyesi sürprizsiz, göndermelere boğulmuş, zevksiz, tatsız, tuzsuz, sıkıcı bir filmdi benim için “Skyfall”... Aynı kafadaysak
“Gitmeyin” derim. Ya da gidip “Haklıymış” da diyebilirsiniz.
-Ben “Skyfall”ı izledikten sonra arınmak için şöyle bir şey yaptım: Taktım “Casino Royale”in DVD’sini... Gözümü kırpmadan izledim.
Ve Bahçeli de ‘prompter’a geçti
HAKKINI teslim edelim:
Bu işi Başbakan Erdoğan başlattı.
Rakipleri “Camdan okuyor” ya da “Cama bakmadan konuşamıyor” falan diye küçümsediler.
Ancak Erdoğan, dünya liderlerinin kullandığı bu yöntemi konuşmalarında ısrarla ve inatla kullandı.
Hakkını da verebildi doğrusu...
* * *
Ve bir sürpriz:
Devlet Bahçeli de “camdan okuma”ya geçti.
“Bu işi Erdoğan başlattı, ben hiç bulaşmayayım” türü bir komplekse kapılmadan dünkü MHP Kongresi’nde ilk kez “promter” cihazı kullandı.
Ve kafasını kâğıttan kaldırmış bir Bahçeli resmi çıktı ortaya.
İlki için hiç de fena değildi.
Ne diyelim?
Darısı hâlâ direnen Kemal Kılıçdaroğlu’nun başına.
Almışım Nobel’imi
ORHAN Pamuk’a sormuşlar:
“Açlık grevleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?”
Cevap vermiş:
“Bu konuya girmek istemiyorum.”
* * *
Yaygın resmi anlayışla çatışmayı göze almış...
Ermeni meselesinde kocaman laflar etmiş.
Kürt meselesinde kocaman laflar etmiş.
Bir zamanlar Taksim’de Özgür Gündem satmış.
Orhan Pamuk gibi bir yazar, neden “açlık grevleri” konusuna girmek istemez?
Kendisi açısından “Almışım Nobel’imi/Kim takar açlık grevini” durumu mu söz konusu?
* * *
Yoksa Orhan Pamuk, Batılı ülkelerin Kürt sorunu karşısında duyarsızlaştıklarını mı fark etti?
Hatırlayalım:
Batılı ülkelerin temsilcileri, bir ara Diyarbakır’ı komşu kapısı haline getirmişlerdi.
Heyetler halinde gelirlerdi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ederlerdi, kebap yerlerdi, halay çekerlerdi.
Bir Claudia Ruth vardı mesela... Neredeyse akraba olmuştuk.
Fakat bir süredir Batılı ayaklar kesildi bölgeden.
“Türkiye’nin stratejik önemi” ortaya çıkınca, Türkiye’yi kızdıracak adımları atmaktan itinayla kaçınmaya başladılar.
* * *
Orhan Pamuk’un Kürt sorunu konusunda büyük laflar ettiği dönemde...
O lafları etmek “Türkiye’de riskli ama dışarıda alkış alacak” işler kapsamındaydı.
Fakat bir süredir o lafları etmek, hem içeride riskli, hem de dışarıdan alkış almıyor.
Belki de durum böyle olduğu için Orhan Pamuk, konuya girmek istemiyordur.
Kim bilir?
Özgür Gündem’den Yiğit Bulut ağzı
Açlık grevleriyle ilgili yazdığım “vicdan” yazısından BDP’ye yakın Özgür Gündem gazetesi rahatsız olmuş.
Bir eleştiri yazısı yayınlamışlar gazetede.
Yazıda...
“Cüppeli Ahmet/Cüppesiz Ahmet” gibi laflar etmişler benim için.
Ayrıca benim fotoğrafımla Cüppeli Ahmet Hoca’nın fotoğrafını yan yana koymuşlar.
Ben de “Bu ağızlar ancak Yiğit Bulut’a yakışır” falan diyordum.
Demek ki...
Birazcık farklı fikir işitince Özgür Gündem’ciler de hemen Yiğit Bulut’laşabiliyorlarmış.
Bakalım biraz daha farklı fikir işitince...
“Hadi oradan, dönek” falan diyecekler mi?
Muhteşem 10 yıl
HASAN Celal Güzel, Sabah gazetesinde AK Parti’nin 10 yıllık iktidarını anlatan makalesine işte bu başlığı münasip görmüş.
“Muhteşem Yüzyıl”a nazire “Muhteşem 10 yıl” diyor Hasan Celal Bey...
* * *
Anlıyorum, “En çok öven” olmak istiyor Hasan Celal Bey...
Bu nedenle atmış o başlığı...
Fakat “Muhteşem Yüzyıl”a nazire yapıldığı anda...
Hani bunun entrikası, hani bunun janjanı, hani bunun Hürrem’i, hani bunun Firuze’si, Rüstem’i, hanin bunun Pargalı’sı falan derler.
İşler Hasan Celal Bey’in içinden çıkamayacağı bir hale geliverir ki hafazanallah!
Paylaş