Mürteci derler bana

TAYYİP Erdoğan şiir okumaya bayılır.

Önüne çıkan şiir okuma fırsatlarını pek kaçırmadığına bakarak, hálá bayıldığını söyleyebiliriz.

Ancak...

Erdoğan’ın şiir okuma tarzında bir değişiklik var:

Artık farklı vurgular yapıyor ya da bazı dizeleri es geçiyor.

Mesela...

Eskiden olsa, Necip Fazıl’ın "Zamanı kokutanlar mürteci diyorlar bana" dizesini okurken "mürteci" sözcüğüne özel bir vurgu yapardı.

Şimdi bu özel vurgudan vazgeçti.

Mesela...

Eskiden olsa Mehmet Akif’in kendisine "İrticacı" diyenlere cevap olsun diye kaleme aldığı, "Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" diye başlayan ve "İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu" diye biten meşhur şiirinin özellikle son bölümünü vurgulu okurdu.

Ama devir değişti.

Eh Çelik de değişti, Tayyip Erdoğan da...

İşte kanıtı:

Mehmet Akif’i anma gecesinde Akif’in bu şiirini okuyan Erdoğan, sıra tam "İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu" dizesine gelince susmuş, okumamış o dizeyi.

İster "takıyye" deyin, ister "Tartışma yaratmak istemiyor" deyin, ister "Yanlış anlaşılma korkusu" deyin.

Ne derseniz deyin ama bu işte bir değişim olduğu kesin.

Menemen kavgası

KÜÇÜKKEN "okulda bana öğretilen bilgiler" ile "özel alanımdaki büyüklerimden aldığım bilgiler" hep çatışırdı.

Mektep "A" derse, büyükler "B" derdi. Böylesi ikili bir bilgilenmeyle yetiştim yani. Bu "ikili bilgilenmeler" bahsine Menemen olayı da girer.

Hiç unutmuyorum, orta yaşlı kadın öğretmenimiz, gözyaşları içinde anlatmıştı Menemen hadisesini.

Kubilay’ın kafasını kör testereyle kesip yeşil bayrağa asıp Menemen sokaklarında dolaştıran irticacılar!

Henüz korku filmlerinin, dijital efektlerin olmadığı dönemlerdi.

Dolayısıyla bu korkunç görüntü, gözümün önünden hiç gitmiyordu.

Bir gün özel alanımdaki dindar mı dindar büyüklerime sordum:

"Bize okulda Menemen’de bir grup tarikatçının isyan çıkardığı ve Kubilay adlı genç asteğmenin kafasını kör bıçakla kesip yeşil bayrağın tepesine astığı öğretildi. Böyle bir vahşet olur mu?"

Önceden üzerinde düşünüldüğü ve "hazırlandığı" anlaşılan bir yanıt aldım:

"Hayır, yalan! O isyanı çıkaranlar bir esrarkeş ile o esrarkeşin kandırdığı birkaç çulsuzdur. Olayın dinle diyanetle hiçbir ilgisi yoktur. Esrarkeş komplosudur." Aradan yıllar, yıllar geçti.

2006’nın sonundayız.

Ve şimdi bakıyorum da, "ikili bilgilenme" meselesi, olanca ağırlığıyla hálá devam ediyor. Açıyoruz Cumhuriyet Gazetesi’ni...

Bizim "mektep" gibi konuşuyor:

"Kör testere, yeşil bayrak, Derviş Mehmet vs." Açıyoruz Zaman Gazetesi’ni...

Bizim "özel alandaki büyükler gibi" konuşuyor:

"Esrarkeş, birkaç çulsuz, komplo vs."

Ben de diyorum ki:

Yahu ne zaman bitecek bu kavga? Ne zaman öğreneceğiz şu işin doğrusunu?

Orhan Pamuk eyvah

SEVGİLİ Orhan Pamuk...

Yaptığınız o enfes "Nobel" konuşmasıyla dost düşman herkesin takdirini kazandınız.

Ulusal gururumuz oldunuz.

Ses bayrağımızı tepelere, en tepelere çıkardınız.

Medar-ı iftiharımızsınız. Ancak...

Sevgili Orhan Pamuk, keşke Nobel zaferini bütün bir yıla yayarak kutlama kararınızı bir kez daha gözden geçirseniz.

Keşke olayın tadını fazlasıyla çıkarma konusundaki kararlılığınızdan bir parça geri adım atsanız.

Mesela "Bir baltaya sap ol dediler, gittim Nobel aldım" şeklinde serinkanlılıktan hayli uzak ve antipatik kaçan açıklamalar yapmasanız.

Böylece...

Sizin için kafamızda yarattığımız, "Evinde muhteşem bir can sıkıntısıyla volta atan, dağınık saçlı, gizemli yazar" imajını yıkmasanız.
Yazarın Tüm Yazıları