Kutsal Kábe’yi geneleve benzettiler

FRANSA’da adına "Hayal Festivali" dedikleri bir sergi düzenlemişler.

Sergide "Kábe", genelevi çağrıştıran bir makete dönüştürülmüş.

Yani...

Tam anlamıyla bir kışkırtma, saldırganlık, sorumsuzluk, edepsizlik, ölçüsüzlük, saygısızlık söz konusu...

"Sanat" adına yapılan bu sorumsuzluk karşısında öfkeye kapılmamak mümkün değil.

Ancak...

Ben yine de öfkemizi kontrol etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Ne yazdığı "Şeytan Ayetleri" adlı pespaye romanda Kábe’yi geneleve benzeten Salman Rüşdi’ye yapıldığı gibi bir "ölüm fermanı" çıkarılmalı...

Ne de...

Büyük Türk düşünürü Melih Gökçek’in, bir zamanlar başka bir bağlamda dile getirdiği, artık tarihe mal olmuş o ünlü vecizenin benzeri dile getirilmeli.

Yani ölçüsüz tepkiler yerine...

Vakur, aklı başında, sorumsuzluğa işaret eden bir tepki biçimi geliştirilmelidir.

Tepkinin amacı ise, özellikle bu sergiye "sanat özgürlüğü" adı altında izin veren Fransız yetkilileri etkilemek olmalıdır.

Çünkü...

"Batı" ile "Doğu" arasındaki karşıtlığın kışkırtıldığı ve yüzlerce insanın kanının döküldüğü bir ateş çemberinde, "yaratma özgürlüğü" ya da "düşünce özgürlüğü" adı altında açıktan saldırganlığa ve kışkırtmaya prim verilemeyeceğini anlatmamız gerekir.

Hele ki "açık ve yakın bir tehlike" durumu, bariz bir şekilde ortada iken...

Birazcık delikanlı ol

İSMET Özhan diye bir manken var.

Hani bir zamanlar nostalji kliplerinde Muazzez Ersoy’a eşlik eden, sonra muhtemelen "Ay siz birbirinize ne kadar da yakışıyorsunuz" tarzı gazlamaların etkisiyle Muazzez Ersoy ile evlenen, ancak "Bir yastıkta kocama imkánı" ortadan kalkınca da boşanan manken var ya...

İşte o mankenden söz ediyorum.

İsmet Özhan, boşandığı günden beri eski eşi hakkında demediğini bırakmadı.

Ekrana çıkıp gözleri nemli bir şekilde "Ben neler çektim bir bilseniz" türünden acındırma girişimlerinde bulundu.

"Muazzez beni kendi özel banyosuna sokmazdı" türünden mahremiyet ifşasına girişti.

En sonunda ise...

Dikkat çekmeyi başarmak amacıyla dozajı yükselterek, "Muazzez evliyken beni aldattı" deyiverdi.

Böylece bana da İsmet Özhan için hazırladığım "delikanlılık nasihati"ni devreye sokmak düştü:

"Yahu İsmet... Ayıptır, günahtır! Edebe, adaba sığar mı bu yaptıkların? Hiç delikanlıya yakışır mı? Mahremiyet nedir öğrenmedin mi? Ailenin sırrını da mı tutamayacaksın? İnsan boyundan bosundan utanır. Hadi adap bilmiyorsun, racondan da mı haberin yok?"

Leyla’dan geçme faslı

"LEYLA Zana’dan uzaklaşma ilanı" başlıklı yazım üzerine...

Bazıları "Günaydın Ahmet Hakan! Zana’nın ne olduğunu daha yeni mi anladın?" diyerek laf geçirmiş.

Ne diyeyim?

Belki de gözlerinin karasında bir "barış parıltısı" görmüşümdür.

Düşünün:

Onca acıyı çekmiş, okuma yazmayı sonradan öğrenmiş, feodal zincirleri kırmayı başarmış, bilinç kazanmış ve en sonunda ta Ankara’nın göbeğine, Meclis’e kadar gelmiş...

Sonra?

Tam 10 yıl zindanda yatmış.

10 yıl! Dile kolay...

Yani...

Bir "cesaret ana" olduğunu bütün dünyaya kanıtlamış...

Peki böyle birinden "barış" için cesur bir adım beklemek, bu konuda umutlanmak saflık mıdır?

"Devlet"in yanlış politikalarına zindanlarda çürüme pahasına kafa tutma cesaretini gösteren yürekli bir kadın...

Tek sermayesi ve etki gücü mayın, bomba ve silah olan bir örgüte kafa tutacak cesareti gösteremez mi?

Tabii ki gösterebilir.

Bu yüzden bir beklenti içinde olmam gayet normaldir.

Ama kabul ediyorum, beklentim boşa çıkmıştır.

"Devlet"e kafa tutmayı göze alan Leyla Zana, PKK adı verilen terör örgütüne kafa tutmayı göze alamamıştır.

"Devlet"in yanlış politikalarını kıyasıya eleştiren Leyla Zana, PKK’nın ölüm ve kan kusan yöntemi karşısında iki çift laf etme cesareti gösterememiştir.

Bırakın laf etmeyi...

O örgütün liderine "rehberimiz" diyerek ateşe, ölüme, bombaya, mayına, kısacası şiddete selam durmuştur.

Ne yapayım?

İşte itiraf ediyorum: Yanılmışım...

Eldeki veriler ışığında "cesur" olduğunu sandığım Leyla Zana, aslında takıyyeci bir örgüt elemanıymış.

Benim için "Leyla’dan geçme faslı"nın öyküsü bundan ibarettir.
Yazarın Tüm Yazıları