Paylaş
İKİ: “Yetişin komşular, komplolara maruz kaldım” diyen iktidar, ne kadar güçlü ve muktedir olursa olsun, komploya inananlar nezdinde anında mazlum ve mağdur hüviyetine bürünür.
ÜÇ: “Büyük oyun var, komplo var, herkes bizim kuyumuzu kazıyor” denilmesinin tek bir nedeni vardır: Toplumun tüm kesimlerinin “Başbakan Baba”ya sıkı sıkıya sarılmasını mümkün kılmak.
DÖRT: “İktidarımıza karşı kurulan büyük bir komplo var” denilerek, vatandaşın en masum talepleri ve en masum itirazları bile anında değersizleştirilir, hatta ihanet kapsamına sokulur.
BEŞ: Komplo teorilerini topluma boca etmek, iktidara hem içeriden, hem de dışarıdan yönelen her türlü eleştiriyi anında bertaraf eder.
ALTI: Olup bitenlerin tüm kusur ve kabahatini yükleyecek muazzam bir fail bulunmuş olunur: Komployu kuranlar, büyük oyunlar oynayanlar.
YEDİ: Bir iktidar, “Ben komplolara maruz kaldım” diyorsa... İşi süper kolaylaşır... Çünkü eline şöyle demek imkânı geçmiş olur: “Bizim tek bir kusurcuğumuz bile yok, hepsini komplocular yaptı”.
SEKİZ: Kitlelerin komploya
inanması, yönetimlerin kitleler nezdinde
meşruiyet, hatta kutsallık kazanmasına
neden olur.
Bunu da gördüm
AKARETLER tarafından gelip Teşvikiye üstünden Osmanbey’e doğru yürüdüler.
Sayıları çok değildi ama az da değillerdi.
Gençtiler, kararlıydılar, cesurdular.
Dillerinde Lice vardı, Gezi vardı.
Sloganlarıyla Lice ile Gezi arasındaki tüm mesafeyi ortadan kaldırıyorlardı.
Lice’de yaşanan bir acıya artık
İstanbul’un göbeğinin de kayıtsız kalmayacağını müjdeliyorlardı.
“Yaşasın halkların kardeşliği” diyorlardı.
Türk bayrağı taşıyorlardı.
“Diren Lice/İstanbul seninle” diye haykırıyorlardı.
Bunu da gördüm... Bunu da gördüm...
Tarihe adımı “tanık” diye yazdırıyorum.
Aydınların ‘kaygılıyız’ ilanına dair birkaç şey
BİR metnin altında “Yaşar Kemal” imzası varsa... En azından iki dakika durmak, üç dakika saygı göstermek falan gerekir.
Ferhan Şensoy’la aynı metnin altına imza atmak... Bana da tatsız geliyor... Ama yine de imza atanlardan birinin darbeci kimliğine değil de imza atılan metne odaklanmak en doğrusu...
“Kaygılıyız” diyen aydınlara iktidar çevrelerinin “AK Parti iktidarını yiyemediniz de mi kaygılısınız” diye karşılık vermesi, kaygının izahı gibi bir şeydir.
Nuri Bilge Ceylan ile Elif Şafak, Bejan Matur ile Nejat İşler, Latif Tekin ile Demet Akbağ, Haldun Dormen ile Sırrı Süreyya Önder, Ara Güler ile Musa Eroğlu, İdil Biret ile Edip Akbayram, Okan Bayülgen ile Erdal Beşikçioğlu, Orhan Pamuk ile Ferzan Özpetek... Bütün bu isimler aynı metnin altında birleştiyse... Birleşenlere değil birleştirene bakmakta fayda var.
Çok derin bir hayal kırıklığı: Grup Yorum
GRUP Yorum...
Esad’ın posterleri altında Suriye’de
konser verdiniz. O konser, alnınızda
bir kara lekedir.
Hiç çıkmayacak bir kara leke...
Suriye’de Esad’ın askerleri tarafından...
Acımasızca katledilen, kimyasallarla zehirlenen, alçakça işkencelerden geçirilen, tanklarla yok edilen, uçaklarla bombalanan...
Çoluk çocuğun, kadınların, sivillerin, masum insanların kanları ellerinize bulaşmıştır... Temizlenmeniz çok zor...
Yeni başlayanlar için parti tutma sanatı
BİR PARTİ...
“Özgürlük” diyorsa, “demokrasi” diyorsa, “birey hakları” diyorsa, “düşünceyi ifade etme hürriyeti” diyorsa, “Protesto ve gösteri haktır” diyorsa... “Başka yaşam tarzlarına karşı asgari saygı” gösteriyorsa, “otoriter devlet dili”nden uzaklaşıyorsa, “ayyaş” diyerek aşağılamıyorsa, “alkolik” diyerek ötekileştirmiyorsa, “Polisimiz destan yazdı” demiyorsa, “barış” için samimi adımlar atıyorsa, tahammül ve hoşgörüyü bayrak yapıyorsa, suçlamak yerine anlamaya çalışıyorsa, korkutarak sindirmeyi hedeflemiyorsa, tek adamlık sistemi yerine aşağıdan yukarıya demokratikleşmeyi öne çıkarıyorsa...
O partiye hızla koşulur.
BİR PARTİ...
“Özgürlük” yerine “güvenlik önlemleri” diyorsa, “birey hakları” yerine “bir nesil yaratmak” diyorsa... Protesto ve gösteri karşısında çileden çıkıyorsa, başkalarının değerlerini ve ahlakını yargılamaya kalkıyorsa, otoriter devlet dilini kullanmaya başladıysa, bin türlü hayat tarzını tek bir hayat tarzına indirgemeye çalışıyorsa... TOMA’lara ve biber gazlarına abanıyorsa, “biz” ve “onlar” ayrımı yapıyorsa, “bunlar, bunlar, bunlar” diyorsa, “Camide içki içtiler” diyor başka da bir şey diyemiyorsa, “Âlem bize düşman” paranoyasına kendini kaptırıyorsa, dostça yapılan eleştirileri bile “düşmanlık” olarak algılıyorsa...
O partiden hızla uzaklaşılır.
Not defterimden
GÜNDEM değiştirme tekeli Başbakan’ın elindeydi kısa bir süre öncesine kadar... Farkında mısınız: Başbakan artık gündemi değiştiremiyor... Bu tekel Gezi’nin eline geçti... Başbakan bile Gezi gündemine takılmak zorunda kaldı.
Cem Yılmaz mı, Levent Kırca mı? Tartışmasız Cem Yılmaz.
Başbakanlık’ta, bakanlıklarda, genel müdürlüklerde, daire başkanlıklarında, belediyelerde, emniyette “basın ve halkla ilişkiler” birimleri varken bazı gazetelerin bu birimlerin işlevini üstlenmeleri bana biraz israf gibi geliyor...
Sizin de canınız tatil beldeleri, güneş, kum, deniz falan istemiyor mu?
Tuğçe Tatari ve Sevim Gözay Akşam’dan kovuldu... Saydınız mı? Kaç etti?
“Kayıp Umutlar” diye bir film var vizyonda... Bir Amerikan kasabasının çevreci direnişini anlatıyor... Radikal’den Uğur Vardan’ın da işaret ettiği gibi Gezi’den sonra bu film pek bir yavan... Bakınız: Uğur Vardan’ın “Hangi film daha güzel bizim direnişimizden” başlıklı yazısı... Radikal... Geçen cuma...
Bir demokrat, bir barışçı, bir özgürlükçü nasıl olur da Kadıköy’de insanların Lice için yürümesinden rahatsız olur? Her şeyi anlıyorum ama bunu asla anlayamıyorum.
Restoran sahipleri kan ağlıyor... Kurulan cümleler hep aynı: “Bir ay Gezi’ye gitti, önümüz de ramazan... Ne yapacağız biz abi?”
CNN New York’un önüne giden altı Türk, CNN’i protesto etmiş... Saygıdeğer bir tutum... Fakat saygıdeğer olmayan tutum, altı kişilik protestonun “yüzlerce kişinin katıldığı protesto” diye sunulmasıdır. Bunu yapanların “CNN bizim mitingi saptırdı” demeye hakları yoktur.
Egemen Bağış günlerdir yaptığı hoş olmayan şeylerden sonra çok hoş bir şey yaptı... İnternette kendisiyle ilgili dolaşan komik bir videoyu, Twitter’da takipçileriyle paylaştı... “Yapanlara teşekkürler, gülüp geçtik” demeyi de ihmal etmedi... Ne diyelim? Allah tamamına erdirir, tekrarını nasip eder inşallah.
10. Yıl Marşı’nı ben de ırkçı bir marş olarak görüyorum... Fakat Bülent Arınç’ın her 10 günde bir 10. Yıl Marşı’yla ilgili anılar anlatmasını ise yadırgıyorum...
Ankara ahalisi yeni “EGO” kartlarını ellerine aldıklarında bir sürprizle karşılaşacaklar: Karta yerleştirilmiş Melih Gökçek fotoğrafı... Çok görmeyin lütfen: Melih Gökçek’in egosu ile belediye kuruluşu EGO’nun dayanışmasıdır bu...
Uygun düşen her şeyin başına “diren” sözcüğünü yerleştirmek... Çığ gibi büyüyen bir alışkanlık haline geldi... Hatta iktidar partisinden önemli isimler bile, mesela Hüseyin Çelik, bu alışkanlıktan uzak duramıyorlar.
Mutlu Tönbekici, beş aylık sahipsiz bir bebek için “koruyucu aile” olmuş... Vatan’da yayınlanan dünkü yazısında koruyucu aile olma macerasını kaleme almış... Bulun ve okuyun lütfen... Yazının ortalarına doğru “merhamet” sözcüğüne rastlayacaksınız. İşte tam orada “gözyaşlarına hâkim olamama” durumu ortaya çıkıyor.
Her devrin adamı
Her devrin adamı
İş dünyasının Doğuş’u değil, bizim şarkıcı Doğuş, AK Parti için, daha doğrusu Başbakan Erdoğan için bir şarkı yapıp klip çekmiş.
Fırsat bulamamıştım izlemeye...
Sonunda bir bakayım dedim...
Ve fakat...
Daha şarkının ilk dizesinde skandal...
“Ak yürekler seninle” adlı şarkının ilk dört dizesi şöyle:
“Her devrin adamı olan/Yürekleri kazanan/2002’den sonra/Yeni fatih olan...”
Yanlış mı işitiyorum diye bir daha dinledim, bir daha dinledim...
Hayır, doğruydu.
Doğuş, Başbakan Erdoğan için resmen ve alenen “Her devrin adamı” diyordu.
Sonuç?
“Her devrin adamı” nitelemesinin bir övgü nitelemesi olduğunu sanan bir “ak yürekli” var karşımızda.
İbret alarak şu duayı ediyorum:
Allah hiçbir partiye, lidere, ideolojiye, akıma devirdiği çamın farkında bile olmayan bir destekçi nasip etmesin.
Paylaş