Türkleri aşağıladığı suçlamasına maruz kalan Hrant, bu suçlama karşısında duyduğu derin kederi dile getirmişti programda.
Hrant’ın söylediklerini, özellikle "Vatan haini katil" için, hiçbir yorum yapmadan aktarıyorum...
MALATYALIYIM... Annem-babam ayrılmışlardı. Bu yüzden biz üç kardeş Ermeni okullarında, yetim okullarında büyüdük. Yetim okulunda evlendim. Şimdi torun sahibiyim. Bu ülkede yaşayıp bu ülke için mücadele verdim. Ermeni kimliğimle, Türkiyeli kimliğimle yaşıyorum. Böyle bir yaşam biçimi içinde ben Türk kimliğini nasıl aşağılarım?
ERMENİ kimliği aşağılanmasın diye mücadele veren birisi, bir başkasının kimliğini nasıl aşağılar? Böyle şey olur mu? Amacımız nedir bizim? Farklılıklar bir arada yaşasın diye mücadele ediyoruz. Türk kimliğini aşağılayacaksam ben neden bu ülkede yaşıyorum ki? Gider uzaktan aşağılarım. Başıma da bu belalar gelmez.
TÜRKLÜĞÜ aşağılamak suçlaması, alnıma sürülmüş bir kara lekedir. Benim için bu dünyadaki en büyük suç ırkçılıktır. Eğer ben Türklüğü aşağılamışsam, yaptığım ırkçılıktır. Bu lekeyle nasıl yaşarım? İnsan aşağıladığı biriyle nasıl yan yana yaşar? Siz Türksünüz ve ben sizi aşağılıyorum.. Peki bundan sonra nasıl beraber yaşarız?
AŞAĞILADIĞIN kişiyle birlikte yaşaman ahlaksızlıktır. Namuslu davranır, çeker gidersin onun yanından. Kavganı uzaktan verirsin, varsa bir kavgan. Ama benim Türk’le bir kavgam yok ki.
TÜRKLERLE beraber yaşamayı şans sayıyorum. Şanstır; çünkü bütün Ermenilerin dünyasında Türk, bir ötekiydi, bir öfkenin adıydı. Ama beraber yaşamak, o öfkeyi ortadan kaldırıyor, ilaç oluyor. Türklerle beraber yaşamak, bizim için ilaçtır. "İçimizdeki zehir"in panzehiridir Türklerle yaşamak. Diaspora Ermenileri de Türklerle tanışıklıklarını artırırlarsa, Türklerle yaşarlarsa göreceklerdir ki öfkeleri yersizdir.
HEM Ermenileri, hem de Türkleri öfkelendiren biriyim. İki tarafa da yaranamıyorum. Bu alıştığım bir şey, önemli değil. Benim için önemli olan Türklüğü aşağılamakla suçlanmak. Böyle bir şey yapmadım ben.
EĞER Türk mahkemeleri bana Türklüğü aşağılamaktan ceza verirse sözüm var, bu ülkeden çekip gideceğim. Ama gitmek istemiyorum. Bu ülkeyi terk etmemek için eğer AİHM bir umutsa ve benim bu kararımı düzeltecekse oraya da başvururum.
ANNEMİN-babamın mezarı burada. Atalarımın mezarı burada. Kardeşlerim, ailem burada. Ben buralıyım. Ailem burada genişledi, çocuklarım var, torunum var... Benim şimdi kalkıp buradan gitmem, hayatımı yeniden kurmam kolay şey mi? Çocuklarım ne olacak, ne yapacağım? Ama tekrar ediyorum: Ben bu lekeyle kalmam burada!
Açık pişmanlık
GEÇEN sabah, hangi günahımın karşılığı olduğunu bilemediğim bir şekilde, Show TV’nin sabah programını
sunan Ece Gürsel’in pis oyununa alet olup kendisiyle
ağız dalaşına girmek durumunda kaldığım için...
Annemden, babamdan... "Senin ne işin vardı orada?" diye beni aşağılayan tüm hakiki dostlarımdan... Öğretmenlerimden... Beni sokakta görüp arkamdan "Gitmeyecektin o programa" diye bağıran Sinan Engin’den... "Bak gördün mü? Bu kadar artistlik yaparsan Allah nasıl da şaşırtır?" diyerek beni yerin dibine batırmak isteyen eski mahallemin bana kıl olan mensuplarından... "Yoksa sabah şekeri mi oldun" diye benimle kafa bulan şakrak arkadaşlardan... "Olmadı yeğenim" diyen Kemal dayımdan... "Dikkat et oğlum, yokuş aşağı gidiyorsun" diyerek nasihat veren büyüklerimden... "Sabah hangi programa katıldığını biliyorum" diyerek bana suçüstü yakalanmış hissini yaşatan Aslı Öymen’den... Bilumum hısım akrabamdan... "Sizi oralarda görmek istemiyoruz" diyen kibar okurlarımdan... "Nasıl da kalakaldın" diyerek laf sokup bozulan moralimi daha da bozmak isteyenlerden...
Hepsinden ama hepsinden özür diliyor ve özeleştirimi verip açık pişmanlığımı ifade ediyorum.
Hani ’gitmeyin’ denmezdi
BİR zamanlar "Bu filmlerden uzak durun" diye bir yazı yazmıştım.
Başta Atilla Dorsay üstadımız olmak üzere anlı şanlı film eleştirmenlerimiz, "Olmaz! Böyle denmez! Gitmeyin demek yakışık almaz" diye beni eleştirmişlerdi.
Ama görüyorum ki:
Atilla Dorsay üstadımız, "Gerzekliğin dip noktası" diye nitelendirdiği "Emret Komutanım: Şah Mat" adlı film için "Sakın bu filme gitmeyin" diye yazıvermiş.
Buradan çıkardığım sonuç şu:
Demek ki her sinemaseverin bir tahammül noktası oluyormuş!
Ve demek ki Atilla Dorsay’ın tahammül sınırı "Emret Komutanım: Şah Mat" filmi imiş...