Paylaş
Sanıyordum ki:
- Artık hiç kimse, karşısındakini “Ermeni” diye aşağılamaz.
- Artık birine “Rum” diyerek hakaret etmeye kalkıştığını sanmak, toplumsal bir ayıp sayılır.
- Artık “Yahudi” sözcüğünden bir aşağılama türetilmez.
Böyle diyordum, böyle sanıyordum.
*
Fakat işte bakın:
- Teknik Üniversite’nin sanat profesöründen Çevik Kuvvet’te görev yapan polise...
- Mahalle muhtarından iktidarın sanal âleme yeni saldığı hesap sahiplerine kadar...
Herkesin dilinde aynı nefret söylemi:
“Ermeni bunlar... Rum bunlar... Yahudi bunlar...”
*
Bu kervana milli pehlivanımız Rıza Kayaalp de görkemli bir giriş yaptı.
“Ermeni” sözcüğünü aşağılama olarak kullandı ve en galiz küfürleri savurdu.
Dedi ki:
“Ermenilere bıraktınız meydanı... Allah belanızı versin çapulcu eylemciler”.
Ve devlet, bu nefret suçunun mükafatını anında verdi:
Akdeniz Oyunları’nda Milli Takım kafilesinin bayrağını bu ırkçı pehlivan taşıdı.
*
- “Müftü karısıyım” diyerek tiyatro çeviren o rolcü ve pusucu kadını dillerine dolayanlardan bir kişi bile çıkıp, “Bu nedir birader, artık bu kadarı da olmaz, ayıptır” falan demedi, diyemedi.
- “Müftü karısıyım” diyerek kolpacılık yapan o rezil kadın hakkında anında savcılık işlemleri falan başlatan makamlardan biri bile “bu alenen ve resmen nefret suçu” hakkında kılını bile kıpırdatmadı, bir soruşturmacık açmaya bile yeltenmedi.
Ne soruşturması yahu!
Bayrak verdiler adamın eline bayrak!
*
Soruyorum:
- Hadi ayıp bilinmiyor, peki Hrant’ın anısı da mı akıllara gelmiyor?
- Hadi Hrant’ın anısı sallanmıyor, peki bazıları iktidara destek vermiş olan Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızdan da mı zerre kadar utanılmıyor?
- Hadi onlardan da utanılmıyor, peki nefret suçuna bulaşmanın ne denli rezil bir durum olduğu da mı fark edilmiyor?
- Hadi bu da fark edilmiyor, peki Allah’tan da mı korkulmuyor?
Gazeteciden eylemci olur mu?
OLAMAZ, olmamalı.
Gazeteci, toplumsal olayları...
- Gözler, inceler.
- İçinden, dışından bakar.
- Mesafesini koyar.
- Anlamaya çalışır.
- Yorumlar.
- Kutsamak yerine eğrisini doğrusunu belirlemeye çalışır.
*
Gazeteci...
- Eylem idare etmeye soyunmak yerine eylemcileri anlamaya çalışır.
- Slogan atmak yerine talepleri yorumlamaya çalışır.
- “Hadi” demek yerine “hadi” diyenleri ve bu çağrıya uyanları neyin harekete geçirdiğini belirlemeye çalışır.
- Yalanlara sarılmak yerine yalanlar ile gerçekleri ayıklamaya, gerçeğe olan sadakatini korumaya çalışır.
- Olayın kahramanı olmaz, olayın kahramanı olanların öykülerini yazar.
*
Gazeteci, “eylemci” olmaz, olmamalı...
Ama gazeteci...
- Polis müdürü gibi davranmaya da kalkmaz.
- Kaderini hükümetin kaderine bağlamış gibi “Yenemeyeceksiniz bizi” diyerek çığırmaz.
- Hem Başbakan’a edilen hakaretlerden yakınıp, hem de eylemcilere dümdüz gitmez.
- Olaylara sadece devlet perspektifinden bakmaz, bakamaz.
- Hedef göstermeyi milli spor haline getirmez, getiremez.
- Yücelerden bir yerden emir almış gibi hep birlikte aynı anda komplo teorilerine, kampanyalara yönelmez.
- Eylemciyi aşağılarken hükümeti yüceltmeyi şiar haline getirmez.
- Olayları anlamak ve anlatmak yerine “bir savaşı idare etmek” motivasyonuna girmez.
Yargılama, anla
- Hükümet tarafı... Eylemcilerin neden sokaklara çıktıklarını, bir anda nasıl böyle bir öfke patlaması içine girdiklerini anlamaya çalışmıyor, yanaşmıyor.
- Eylemciler tarafı ise... AK Parti’nin ideolojik tabanının neden Tayyip Erdoğan’ın etrafında anında kenetleniverdiğini anlamaya çalışmıyor, yanaşmıyor.
Bu iki tutum arasında hiçbir fark yok.
Ve iki taraf da artık birbirine kör ve sağır...
*
- Hükümet tarafı... Eylemcilerin sokaklara dökülmesini sadece “faiz lobisinin gayreti, dış mihrakların oyunu, uluslararası medyanın kışkırtması, Amerika’daki bazı çevreler, Avrupa parmağı ve komplo teorileri” ile açıklamaya çalışıyor.
- Eylemciler tarafı ise... AK Parti’nin ideolojik tabanının Erdoğan’ın etrafında kenetlenivermesini, sadece “körü körüne bağlılık, mutlak itaat, süper aldatılmışlık, dünyadan haberdar olmamak” gibi gerekçelerle açıklamaya çalışıyor.
Bu iki tutum, yakın akraba tutumdur.
“Anlayışsızlık” paydasında buluşan bir akrabalık vardır bu iki tutum arasında...
*
Oysa şairin dediği gibi “Hangi dünyaya kulak kesiliyorsak, öbürüne sağır kalma”yı reddetmeliyiz ve anlamaya çalışmalıyız...
- Eylemci dediğimiz kişilerin, kendilerini özellikle son iki yılda artan oranda nasıl bir ötekileştirme girdabında hissettiklerini, “ayyaş, kafa kıyak, git evinde iç, alkolik, o nasıl kıyafet öyle, bunlar” falan denilerek aşağılandığını, böyle bir duygu içine girdiklerini anlamalıyız, anlamaya çalışmalıyız.
- Aynı şekilde AK Parti’nin ideolojik tabanının özellikle geçmişte maruz kaldığı zulümlerin yeniden hortlamasından korktuğunu, kazanım alanlarının elden gideceği endişesine kapıldığını, yeni bir antidemokratik dalgayla yüz yüze kaldığı vehmine inandığını anlamalıyız, anlamaya çalışmalıyız.
*
Birbirimizden gitgide uzaklaşmakta olduğumuz tehlikesini görüyor ve diyorum ki:
Yargılamayalım, anlayalım.
Yine para
SİBEL Eraslan yazmış Star’daki köşesinde.
Oyuncu Halit Ergenç’i kastederek şöyle diyor:
“Parayı bastığında muhteşem Süleyman, parayı bastığında devrimci rolüne bürünen sakallı adam...”
*
Soruyorum:
Bu yaklaşım biçimi ile “Parayı kapan vatandaş AK Parti mitingine gitti” yaklaşımı arasında ne fark var?
Ve yine soruyorum:
Sana söylenmesini istemediğin bir şeyi, sen niye başkasına söylüyorsun?
‘Bağzı’ şeyler
- Parti Genel Merkezi’nden gelen bir talimatla Twitter’a girilmez, Facebook’ta sayfa açılmaz... Talimatla sosyal medyacılık oynanmaz... İşin ruhuna aykırıdır bu... Racona terstir...
- Kemal Kılıçdaroğlu’nun Almanya ve Hollanda hükümetlerine mektup yazıp “Türk hükümetini cezalandırmak adına Türkiye’yi cezalandırıyorsunuz. Yapmayın bunu... AB bizim hedefimizdir” demesini takdirle karşılıyorum.
- Hükümet yanlısı bir gazetede bir köşe yazısının başlığı: “Siz 2002 öncesini özlüyorsunuz, değil mi?” 90 kuşağı bilmez, 12 Eylül generallerinin en sevdiği cümle şu idi: “12 Eylül öncesine dönmek isteyenler var”.
- “Boğaz’da viski çekenler” edebiyatı yeniden başladı... Oysa yeni moda şudur: “Boğaz’da nargile çekenler”.
- “Aleviler üzerine oyunlar oynanıyor” dedi Başbakan... Gerçekten de öyle... Oynanıyor oyunlar... Eğer Başbakan bu oyunları boşa çıkarmak istiyorsa “katliama uğrayanların mezhebine odaklanmamalı, köprüye verilen ismi yeniden düşünmeli ve Dersim’de Alevilerin kutsal saydıkları yere dokunmamalı”.
- AK Parti tabanıyla alay edenleri görünce kusmak istiyorum...
- Kafamın almadığı bir husus var: Eylemleri yapanlar üç-beş çapulcu ise üç-beş çapulcuya karşı şehir şehir dolaşıp görkemli mitingler yapmak da neyin nesi?
- Başbakan’ın acil olarak Melih Gökçek’e “Yeni dönemde de Ankara’da adayımız sensin” demesi gerekiyor. Çünkü Gökçek’in sakinleşmesi artık bir memleket meselesi haline gelmiştir.
Paylaş