Paylaş
HACI BEKTAŞ
-Nevşehir’de adını taşıyan ilçeye gittiğimde herkes ondan ne anladığını anlatıyordu... Anlatılanlardan benim anladığım ise şuydu: Ne ararsan kendinde arayacaksın...
AHMET KAYA
-Kendisine “çok fena işler yapmış bir adam” muamelesi çekilirken de kalbim onunlaydı... Ne de olsa öğrenci evlerinde, demli çaylar eşliğinde dinlediğimiz “Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz” türünden şarkıların hatırı vardı...
PİR SULTAN - Hayatım boyunca duyduğum en protest sözlerin sahibi... Sivas ellerinde çalan sazın sahibi... “Aynı cemin bülbülü” olmaktan kıvanç duyacağımız bir şahsiyet...
CEM KARACA - Tamam, kafası karışıktı rahmetlinin... Ama durun bakalım: “Parka”yı çıkarırsak gençliğimizden ne kalır? Ya o “Kibritsiz çıra yakan kızların türküsü”nü? Tamam, çok değişti ama kabul edelim: Hep kafa dengi oldu Cem Karaca...
YUNUS EMRE - Kaç mezarı var, belli değil... Gerçekten yaşadı mı, emin değilim... Zaten bunların hiç de önemi yok... Sonuçta ramazan ilahilerine kurban edilemeyecek denli güçlü ama sade şiirler söylemiş bir garipti o...
NÂZIM HİKMET - Hayatımda ilk kez Nâzım Hikmet adını sağcı bir şairin yazdığı “Nâzım Hikmet itini övenler çoğalmakta...” dizesini okuduğumda işitmiştim... Küçük bir çocuktum... “İt” diye hakaret edilen adama karşı bende büyük bir merak oluşmasın mı? Daha da kötüsü ben bu adamı sevmeyeyim mi?
AHMET YESEVİ - Nedense Ahmet Yesevi dendiğinde iki kişi gelir aklıma: Onun adını yaşatmak için çırpınan Namık Kemal Zeybek ve “Hoca Ahmet Yesevi’nin açtığı yoldan...” diye başlayan şarkıyı seslendiren Cem Karaca...
MEHMET AKİF - Çocukluğumun soğuk kış gecelerinde bir elimde “Safahat”, bir elimde “Osmanlıca Lügat”,
çözmeye çalışırdım yazılanları... “Koca Karı ile Ömer”deki roman tadından ne de çok hoşlan-mıştım... Sonra saygının diğer adı oldu benim için...
MEVLÂNÂ - A. Kadir’in çevirilerinden Semih Sergen’in seslendirdiği şiirlerini dinlerdik... Dinledikçe de “Ne güçlü şiirler bunlar” derdik... “Bugün Ahmet benim...” diye başlayan bir şiiri vardı ki, şiire sevdalı günlerimden kalma yegâne yadigardır.
SABAHAT AKKİRAZ - Ağıt söylerken bile yüzüne acı bir tebessüm yerleştiren alçakgönüllü bir kadın... Ben en çok onun “Ali... Ali... Ali...” deyişini, bir de tevazuunu seviyorum galiba...
TATYOS EFENDİ - “Gamzedeyim deva bulmam” şarkısını kim sevmez? Peki ya “Bu akşam gün batarken gel” şarkısını... Hele de Safiye Ayla terennüm ediyorsa? Fazla söze ne hacet... Eğer bu şarkıların adamıysanız Tatyos Efendi yakınınız olur...
AHMEDİ HANİ - Babam Doğubeyazıt’ta görevliyken bizim mahalleye bir cami yapıldı... Caminin adını “Ahmediye” koydular... Sormuştum, “Ahmediye ne demek” diye... “Ahmedi Hani’dendir” demişlerdi... Pek bir şey anlamamıştım...
SAİD-İ NURSİ - Barla’yı ondan bildim... Isparta’yı... Emirdağ’ı... Sürgünü... Sürgünü kabullenmeyi... Tarihçe-i Hayat’ta Mustafa Kemal’e nasıl itiraz ettiğini okur ve kimseye çaktırmadan önemserdik bu itirazı... Hey gidi günler hey!...
New York Times’ı Hürriyet verseydi
HEMEN Ertuğrul Özkök’e biraz sertçe şu iki soruyu sorardım:
BİR: Ekin bir kısmında yer alan İngilizce bölüm de neyin nesi? İngilizce bilen okur, çok meraklıysa alır orijinalini okur... Neden senin ekini okusun ki?
İKİ: Gazete ömrü 24 saat olan bir üründür... Ayrıca bütünlüğü vardır... Bu ekte ne zaman yayınlandığı, neye ve kime göre derlendiği bilinmeyen birkaç haber ve yoruma neden bakalım ki?
Şeyh Edebali’ye özenerek yazdım
Ey oğul... Ağlak metinler yazan kolpacılardan, tatlı flört çabasını tecavüz girişimi sanan nadanlardan ve sonbaharda İstanbul’un köprülerinden kendini sakın...
Ey oğul... Çocuk taklidi yapan kadınlardan, ideolojik olarak babasını aşamamış oğlanlardan ve “şarabın gazabı”ndan kendini sakın...
Ey oğul... Tiyatronun süper yapmacık tarzından, şairin görünmek isteyeninden, romancının projeciliğinden, bir de ikindi vakti birden patlayan sağanaklardan kendini sakın...
Ey oğul... Elindeki bilgiyi yazmaktansa kuytu köşelerde anlatmayı tercih eden köşe yazarlarından, bir mekana gitmeden önce rüzgarını gönderen şanlı gazete yöneticilerinden ve kifayetsiz muhterislerden kendini sakın...
Ey oğul... Motosiklete binen Nurculardan, kırmızı giyen Nakşilerden, boğazına düşkün Kadirilerden ve “tez kızaran güller”den kendini sakın...
Ey oğul... Etrafında “yanlış yapıyorsun” diyen kimsenin bulunmadığı devlet ricalinden, gözlerini sultanın gözlerine dikenlerden ve zillete düşme endişesi taşımayanlardan kendini sakın...
Paylaş