Her olayın arkasında "mason komplosu" filan arar...
İflah olmaz bir sağcıdır. Takıntılı bir anti-komünisttir.
Ama hakkını yemeyelim:
Bütün bu "marazi" taraflarına karşın Eygi, "Aman düşmana malzeme verilmesin" ya da "Kol kırılır yen içinde kalır" anlayışına fazlasıyla bağlı olan "İslami camia"yı özeleştiri kültürüyle tanıştıran ilk isimdir.
Camianın en "ortodoks" gazetesi olan Milli Gazete’de neler yazmadı ki!
Pahalı arabalarla dolaşan zengin Müslümanların kültürsüzlüklerini, sonradan görmeliklerini, görgüsüzlüklerini, yontulmamışlıklarını diline doladı.
Sert, hem de hayli sert yazılar yazdı.
Mesela şöyle şeyler:
"Adam Müslüman. Bilmem kaç milyarlık Mercedes’i var ama evinde güzel bir hat eseri ya da bir kitaplık yok. Bu Müslüman nasıl bir Müslüman’dır? Cevap: Öküz gibi Müslüman’dır."
Ya da şöyle bir şey:
"Gerçek dindar kalp kırmaz. Öküz veya ayı gibi kaba adam dindar değildir, dindar taslağıdır."
***
Rastlantı mıdır? Yoksa ilahi takdir mi?
Bilemiyorum.
Türkiye Musevileri Hahambaşı İshak Haleva da, tıpkı Mehmet Şevket Eygi gibi yaptı ve kendi camiasının "gösterişçi zengin üyeleri"ne verdi veriştirdi.
Hem de çok ağır biçimde...
İşte Hahambaşı’nın cümleleri:
"Bir gösteriş zihniyetidir gidiyor. Onlara nasihat vermek istiyorum ama göremiyorum ki. Sinagoga gelseler söyleyeceğim ama yoklar. Bunların paralarını al, ahıra bile bağlayamazsın, bağlasan eşeğe hakaret olur." (Sabah Gazetesi)
Hahambaşı’nın bu sözleriyle "gösterişçilik" ve "görgüsüzlük" meselesinin sadece "İslami camia"nın sorunu olmadığı, "Yahudi camiası"nın da sorundan nasiplendiği ortaya çıkmış oldu.Durum şudur:
Mehmet Şevket Eygi, "gösterişçi Müslüman tipi"nden şikayet ederken, Hahambaşı "gösterişçi Yahudi tipi"nden şikayet etmektedir.
***
Bence olaylara "dini perspektif"ten yaklaşan her iki ismin de "gösteriş"ten şikayet etmeleri, analarının ak sütü gibi helaldir.
Çünkü...
Onların dünyaya bakışlarını şekillendiren "öğreti"nin gereğidir bu...
Ancak...
Bu durum, hem Eygi’nin, hem de Hahambaşı’nın üsluplarındaki sorunu görmezden gelmemize neden olamaz.
Unutmayalım ki:
Gösterişi yasaklayan "öğreti", en azından "güzel üslup" konusunda da hayli titizlenmektedir.
Yani...
"Gösteriş meraklıları"na savaş açarken "güzel üslup"u ıskalamamak gerekir.
Sağ ol İlhan Abi
Oh be! Acayip rahatladım... Geç oldu ama güç olmadı ve "İlhan Abi ne olur yalan olduğunu söyle" başlıklı acıklı haykırışıma nihayet yanıt geldi.
Hadi hatırlayalım:
Bir süre önce Kenan Evren, bir televizyon programında devri iktidarının muhasebesini yaparken...
Söz dönmüş dolaşmış, Paşa’nın müstehcen bulduğu resme açtığı savaşa gelmişti. Kenan Paşa, sergiden resmi nasıl kaldırttığından söz ettikten sonra şu anekdotu anlatmıştı:
"İlhan Selçuk beni eleştirmişti. Çağırın şu İlhan Selçuk’u bana dedim. Kalkıp geldi. Resmin fotoğrafını kendisine gösterdim. Baktı ve ’Ben böyle olduğunu bilmiyordum, haklıymışsınız Paşam’ dedi."
Evren’in anlattıklarını dinleyince afallamıştım.
Öyle ya...
Ziverbey’de Faik Türün’ün işkence timleri karşısında bile çözülmeyen İlhan Abi, Kenan Evren’in karşısında "hazır ol"a geçer miydi?
İşte bu yüzden "İlhanAbi ne olur yalan olduğunu söyle" diye feryat ettim.
Ve feryadıma aksi seda geldi! Hem de bir yazı dizisiyle...
Cumhuriyet’te yayınlanan Miyase İlknur’un hazırladığı "Sen çok yaşa Kenan Paşa" başlıklı ’matrak’ yazı dizisinin iki bölümünde olay aydınlığa kavuştu. Ayrıntıya gerek yok: Meğer Kenan Evren, doğru hatırlamıyormuş. Meğer İlhan Abi, "Haklıymışsınız Paşam" dememiş. Eh, bu durumda bana da "Sağ ol İlhan Abi" demek düşer.