Ne bir seviyeye sahipler, ne de adap-erkan biliyorlar...
Ahlakları yok... İslami ahlakları hiç yok...
Kusturucu işler yapıyorlar, mide bulandırıyorlar...
Bağnazlığı ve çapsızlığı kendilerine şiar edinmişler...
İftira ediyorlar... Kara çalıyorlar...
Ne sevgilerinde bir ölçü var, ne de nefretlerinde...
Çok sevdikleri bir adam, küçük bir kız çocuğunu tacizle suçlandığında, "Yaptıysa bile o bizim abimizdir" diye yazılar yazabiliyorlar.
Hiç sevmedikleri bir kadın, son yolculuğuna uğurlanırken, "Zebaniler onu bekliyor" diye yorum yapabiliyorlar...
"Neden böyle yapıyorsunuz? Siz aşağılık insanlar mısınız?" diye sorulduğunda...
"Biz aşağılık insanlar değiliz... Biz İslam davasını savunmak için böyle yapıyoruz" diye cevap veriyorlar.
Velhasıl eşi benzeri görülmemiş bir "müptezellik odağı" ile karşı karşıyayız.
* * *
İşte buradan ilan ediyorum:
Ben artık müptezelliği tescillenmiş bu odakla mücadele etmekten bıktım, usandım...
Artık istiyorum ki...
Bu görevi, benden çok daha yakışacak "üstatlarımız" üstlensin...
Mesela Ahmet Taşgetiren, o dokunaklı üslubuyla, bu müptezellik odağına, "Fikirlerine katılmadığımız bir insanın ölümü karşısında takınılması gereken İslami tavır" konulu bir ahlak ve insanlık dersi versin...
Mesela Ekrem Dumanlı, Milliyet’e köpürdüğü gibi, Basın Konseyi’ne posta koyduğu gibi, basın ahlakı konusunda hepimize dersler verdiği gibi, çıkıp bu müptezellere de bir çift kelam etsin...
Mesela Fehmi Koru, Hürriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni’ni yerinden etmek için harcadığı enerjinin binde birini, şu müptezellerin müptezelliklerini ortaya koymak için harcasın...
Mesela Hayrettin Karaman Hoca, Allah için, bir kez olsun şu müptezellere "Bu yaptıklarınız en başta İslam’a zarar veriyor... Kendinize çekidüzen verin" diyerek "iyiliği emretme / kötülükten sakındırma" görevini yerine getirsin...
Mesela Ali Bulaç, en netameli alanlara bile bodoslama girme cesaretini gösterdiği gibi, şu müptezellerin alanına da girme cesaretini gösterebilsin...
Hadi hepsini geçtik...
Mesela Başbakan Erdoğan, kendi ailesiyle ilgili en küçük bir haber karşısında nasıl köpürüyorsa, başkalarının aileleriyle ilgili pervasızca yayınlar yapan bu odak karşısında da en azından bir kaş çatabilsin...
* * *
Yapabilirler mi? Hiç sanmıyorum...
Çünkü şirretin şirretliğinden korkuyorlar...
Çünkü üzerlerine çamur sıçramasından çekiniyorlar...
Çünkü "dokunursak yanarız" diye düşünüyorlar...
Çünkü müptezelin ne kadar müptezelleşebileceğinin sayısız örneklerine bakıp tırsıyorlar...
Ve böylece bu müptezel odakla mücadele işi, benim gibi "günahkárın teki"ne kalıyor...
Ne diyeyim?
Belki de bu yaptığım mücadele, kişisel günahlarımın kefareti olur...
Ne dersin Hayrettin Hocam, olur mu?
Cennet / Cehennem
VAKİT okurları kendi aralarında "teolojik" açıdan şu sorunun yanıtını vermeye çalışıyorlarmış:
"Türkan Saylan cehenneme mi gidecek?"
Bence bu konuda tartışmalarına hiç gerek yok...
Çünkü...
Ölçü gayet basit:
"Eğer küçük bir kız çocuğunu tacizle suçlanan Hüseyin Üzmez, öteki dünyada altından ırmaklar akan cennette ağırlanacaksa... Ömrünü küçük kız çocuklarının eğitimine adamış Türkan Saylan varsın o cennete gidemesin..."
Dikkat! Aysun Kocatepe
YIL 1986... Hem delikanlıyım, hem de Necip Fazıl hayranlığımın son demlerindeyim...
Bir gün kasetçide eşinirken elime geçen bir albümdeki şarkılardan birinin altında "Şiir: Necip Fazıl Kısakürek" ibaresini görmeyeyim mi?
Hemen satın aldım tabii... Aysun Kocatepe’nin bir albümüydü...
Temiz bir ses, özenli bir okuyuş ve etkileyici bir müzik...
Hatırlıyorum: O yıl bütün yaz, Aysun Kocatepe şarkıları dinlemiştim.
Necip Fazıl’ın, "Akşamı getiren sesleri dinle / Dinle de gönlümü alıver gitsin / Saçlarımdan tutup kor gözlerinle / Yaşlı gözlerime dalıver gitsin" şiirinden Ali Kocatepe’nin yaptığı beste, şiire acayip yakışmıştı.
Geçen akşam Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda Aysun Kocatepe’nin 15 yıllık suskunluğunun ardından çıkan yeni albümünden şarkılar dinledik.
Aysun Kocatepe, bir de sürpriz yapıp, benim için eskilerden, "Akşamı getiren sesleri dinle" şarkısını söyledi ve beni ta 1986’nın yazına götürdü...
Yeni şarkılara gelince...
Kılı kırk yararak ortaya çıkarılmış bir albüm... 15 yıllık suskunluğun bir patlaması...
Özellikle "Bu ne rastlantı arkadaş nerelerdeydin" şarkısı ile "Uyandım sabah ile" türküsünün Aysun Kocatepe yorumuna dikkat...