DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül ile Tunus yolundayız.
Uçakta "Acaba nasıl bir Tunus’la karşılaşacağım" diye meraktan çıldırıyorum.
Çünkü...
Tunus ile ilgili o kadar tuhaf şeyler duyuyorum ki.
Mesela...
Kadınların sokaklarda türban takması yasakmış.
Camilerde bazı vakitlerde cemaatle namaz kılmaya izin verilmiyormuş.
Din eğitimi külliyen kaldırılmış vs.
Doğru mu bilmiyorum.
Kimi "Yasaklar eskidendi. Diktatörlük devam ediyor ama yasaklar biraz yumuşadı" diyor.
Kimi "Ne yumuşaması! Daha da beter" diyor.
Gözümle görmeden bir hükme varmam imkansız yani.
Ama eğer anlatılanlar doğruysa...
Merak ediyorum:
Tunus gibi bir Arap ülkesinde "Vural Savaş tarzı laiklik uygulaması"nın izlerini bulmak bende ne tür bir etki bırakacak?
Hadi beni geçelim.
Tunus gezisine eşi Hayrünnisa Hanım ile birlikte çıkan Abdullah Gül’de ne tür bir etki bırakacak...
İzlenimlerimi aktaracağım.
Ama yolculuğun başında Gül’ün keyfinin yerinde olduğunu belirtmeliyim.
Uçaktaki sohbetimiz sırasında "Tunus’taki enteresan durum"a biraz diplomatik bir dille işaret ettim.
Ancak Bakan Gül, benden daha diplomatik bir üslup takındı ve "demokrasinin erdeminden" filan söz etmekle yetindi.
* * *
Bu arada Bakan’ın AKP’nin Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşmada "Biz İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz" dediği yazılıp çizilmişti.
Gül, böyle bir şey söylemediğini belirtti.
Yine aynı konuşmada Gül’ün "İran’ın nükleer silah programı kadar İsrail’in nükleer silah programının da tehlikeli olduğunu" söylediği öne sürülmüştü.
Gül, bunun da doğru olmadığını söyledi.
"Peki neden bu zamana kadar yalanlamadınız" sorusuna Gül’ün verdiği yanıt şuydu:
"Kapalı bir toplantıda yaptığımız konuşmada söylemediklerimiz söylemişiz gibi tırnak içinde yayınlanıyor, ardından da köşe yazarları yayınlanan haberlerden yola çıkarak yorum yapıyorlar. Yalanlama mekanizmasını çalıştırmak istemedim."
* * *
Ve son olarak gündemin renkli konusu:
Gül, Türkiye’ye gelen Paraguay Dışişleri Bakanı Leila Rachid’in kendisine sarılıp öpme girişimi karşısında gerçekten zor anlar yaşadı mı?
Ve neden geri çekildi?
Bu konuyu açtığım anda Abdullah Gül biraz gülümsedi ve eşini işaret ederek "İsterseniz Hayrünnisa Hanım ile konuşun" dedi.
Bu esprinin ardından da şunları söyledi:
"Paraguay Dışişleri Bakanı, anlaşmaları imzaladıktan sonra ’Bizde adettir. Anlaşmalar imzalandıktan sonra sarılınır ve öpüşülür’ dedi. Sonra hızla üzerime doğru geldi. Biraz duraksadım ve elini hafifçe ileri doğru kaydırdım. Çünkü biraz grip nezle olmuşum. Kadın Bakan’a nezlemi bulaştırmak istemedim. Yoksa zor anlar filan yaşadığım söylenemez."
Biraz dinsellik
İMAMLAR VE PAPAZLAR: Çanakkale Savaşı’yla ilgili çalışmalarıyla dikkat çeken gazeteci Gürsel Göncü, Çanakkale direnişinde imamların üstlendiği role dikkat çekiyor. Tabur imamlarının savaş sırasında ölmeye koşan askerlere moral verdiklerini söyleyen Göncü şu saptamayı yapıyor: "Tabur imamları savaşın içindeydi. Bir yandan askere şehit olma bilinci aşılıyorlar, bir yandan da şehit düşen askerlerin görevlerini üstlenerek savaşa bizzat katılıyorlardı. Yaptığımız araştırmalarda tabur imamlarının savaştaki rolünün büyük olduğunu saptadık." Cephenin bu tarafında ’tabur imamları’ böylesi bir işlev üstlenirken "Müttefik Cephesi"ndeki din adamları ne durumdaydı? Gürsel Göncü, Hıristiyan din adamlarının cephenin gerisinde kaldıklarını ve sadece ölen "Müttefik askerleri" için dini tören yapmakla yetindiklerini belirtiyor.
DİNDARLIK VE DÜRÜSTLÜK: Gazeteci Fehmi Koru, Merkez Bankası Başkanı’nın "Alınacak kararları kişisel zenginleşme aracı olarak kullanmayacak bir vicdana sahip olması" gerektiğini söylüyor ve ekliyor: "Dindar olmak bu anlamda olumlu bir özelliktir." Doğru bir saptama. Ancak ne yazık ki bazı "dindar" politikacılar son zamanlarda yapıp ettikleriyle bu tezi epey zayıflattılar... Bu konuda Kemal Abi’nin vebalinin büyük olduğunu sanıyorum... Yani Kemal Abi, "dindar olmak" ile "vicdan sahibi olmak" arasındaki bağlantıyı zayıflattığı için de vebal altındadır.
POLAT VE TASAVVUF: Polat Alemdar rolüyle şöhreti yakalayan Necati Şaşmaz, "Peygamber soyundan geliyorum, tasavvuf ehliyim" demiş. Ne güzel! Ancak... Bir tasavvuf ehlinin, elde silah tavuk öldürür gibi adam öldüren bir karakteri canlandırmasının enteresan bir durum olduğuna dikkat çekelim. Bir tarafta "bir insanın gönlünü kırmayı bile yapılan bütün ibadetlerin boşa gitmesi" olarak değerlendiren tasavvuf anlayışı... Diğer tarafta ise bırakın gönül kırmayı resmen katliam yapan bir karaktere hayat verilmesi. Ehli tasavvuf olduğunu söyleyen derviş Necati Şaşmaz, acaba bu yaman çelişkiyi nasıl izah etmektedir?