Paylaş
Her cümlesi altın kıymetinde...
Her cümlesi ders niteliğinde...
“Mahrum kalınmasın” diye bazılarını alıntılıyorum:
- Yazılardan birinde yer alan cümle aynen şöyle: “Başbakan dahil herkesin çok kolay bir şekilde hesaba çekilebildiği, çok kolay bir şekilde suç isnat edilerek değersizleştirilebileceği bir ülkede yaşadığımızı fark ettik.”
- Bir başka yazıda ise, “özel yetkileri sorgulamanın zamanı geldi” diye haykırılıyor.
- Bir diğerinde özel yetkili mahkemelerin ipin ucunu kaçırdığı ifade ediliyor.
- Bir yazıda şu analiz yapılıyor: “Soruşturmalar, iddianameler, tutuklama süreleri ve halleri, hukuki gereklerden çok bir güvenlik ortamı ve stratejisinin sürdürülebilme araçlarını andırmaya başlamıştır.”
- Bir yazar, devlet içinde devlet oluştuğunu, bu devlet içindeki devletin Ergenekon’a benzediğini yazıyor.
- Bir başka yazar ise devletin bir kanadının, açılımı yargılamak istediğine dikkat çekiyor.
Kısacası...
- “Özel yetkiler sorgulansın” diyorlar.
- “Başbakan bile güvende değil” diyorlar.
- “İddianameler araç haline getirildi” diyorlar.
- “Devlet içinde devlet oluştu” diyorlar.
- “Devletin bir kanadı, bir başka kanadına savaş açtı” diyorlar.
Biz de akşam yemeğini çoktan yemiş olmamıza rağmen...
Hepsine canı gönülden “Günaydın” diyoruz.
Akılla açıklamakta zorlanmak
BU zamana kadar bu memlekette birileri için “akılla açıklamakta zorlanılan” çok olay yaşandı.
Ve görüyoruz ki akılla açıklamakta zorlanma sırası bu sefer Bülent Arınç’a gelmiş durumda.
Başbakan Yardımcısı Arınç, MİT Müsteşarı’nın savcılık tarafından ifadeye çağrılmasını “akılla açıklamakta zorlandığını” söylemiş.
Bu ülkede bu düzen böyle giderse... Her nefis bir gün mutlaka akılla açıklamakta zorlanacağı bir olayla karşılaşacaktır.
Biri bana anlatsın
Yapılan analizlere göre:
MİT: Kürt sorununun çözümünde “müzakereci” anlayışla hareket ediyormuş.
POLİS VE YARGI: Kürt sorununun çözümünde “güvenlikçi” anlayışla hareket ediyormuş.
Patırtı da işte bu görüş farklılığından doğuyormuş.
İtiraf edeyim:
Bu analiz, benim de aklıma yatıyor.
Ancak kafamı karıştıran bir mesele var.
- KCK operasyonlarına sonsuz destek veren...
- Epey bir süredir açılım politikalarının adını bile ağzına almayan...
- Yine epey bir süredir güvenlik politikalarına abanan...
Hükümetimizin, bu son patırtıda “güvenlikçi” polis ve yargının yanında saf tutması daha uygun düşmez miydi?
“Güvenlikçi” politikaları benimsemiş gibi gözüken hükümet, neden “müzakereci” MİT’in yanında saf tutuyor?
Haberi kim sızdırdı?
ÖZEL Yetkili Savcı, MİT Müsteşarı’nı telefonla arıyor ve ifade vermeye çağırıyor.
Ve bu telefon görüşmesinden yarım saat sonra olay medyaya yansıyor.
- Soruyorum: İki kişi arasında gerçekleşen bu telefon görüşmesi, nasıl oldu da anında medyaya yansıdı.
- Soruyorum: Başsavcı’ya ya da Başsavcı Vekili’ne bile verilmeyen bilgi, hangi mekanizma tarafından anında medyaya servis edildi?
- Soruyorum: İki kişi arasında gerçekleşen telefon görüşmesini anında medyaya sızdıranlar, neyi amaçladılar?
Yeni başlayanlar için Uzakdoğu mutfağı
ESKİDEN suşi sevmezdim, fakat sağ olsun suşi seven dostlar sayesinde son zamanlarda “Bayılırım suşiye” demeye başladım.
Sadece suşi mi? Uzakdoğu mutfağının bütün ayrıntılarına inceden dalmaya başladım.
Ben bu işin yeni başlayanıyım ve İstanbul’daki Uzakdoğu mutfağını biraz el yordamıyla buldum.
Benim gibi yeni başlayanlara ya da başlayacak olanlarla bu deneyimimi paylaşmak amacıyla Uzakdoğu’nun İstanbul’daki üç mutfağından söz etmek istiyorum:
- UDONYA: Taksim’in harika manzaralı oteli Point’in en alt katında... Dekorasyonu alabildiğine sade... Seremonisi abartısız. “İstanbul’a gelen Japonların tercih ettikleri Japon lokantası” demem sanırım olayı açıklıyor. Suşi için orijinal diyorlar ama ben azıcık da olsa Türk damak tadına bir uyarlamanın söz konusu olduğunu düşünüyorum.
- DRAGON: Hilton Oteli’nin altında... Klasik Çin tarzı bir dekorasyonu var. Ferah bir yer. Çin mutfağının İstanbul’daki en önemli temsilcisi... Daha önce gitme fırsatı bulamamıştım. Gittim ve gidip de tavsiye edenlere sonsuz hak verdim. Çin mutfağının İstanbul’daki şahı diyebilirim.
- SUSHICO: Butik olmayan Japon lokantaları arasında bunun yeri farklı... Mutfakları, Türkçeyi ve Türkiye’yi gayet iyi bilen bir Japon aşçının kontrolünde... Çeşitleri hayli fazla... Çin’den Japon’a Uzakdoğu’nun tüm mutfaklarına açılıyorlar. Restoranları hem hızlı servise uygun, hem de restoran havasına... Paket serviste de gayet başarılılar.
(Not: Hanut değil alınteridir.)
Gündeme uygun iki film
BİZ kendimizi tamamen “MİT”, “istihbarat”, “örgüte sızan ajanlar”, “çift taraflı ajanlar” gibi hayli enteresan konulara vurmuşken...
Bu hafta vizyona iki adet “ajan” filmi girdi.
Filmlerden birinin adı “Köstebek”.
70’li yıllarda geçen, ağır akan, yüksek konsantrasyon isteyen bir film bu...
Diğeri ise...
“Akbabanın Üç Günü” ile akraba bir film.
Adı, “Düşmanı korurken”.
Daha hızlı, daha atak, daha aksiyonlu bir film bu...
İkisi de gündeme acayip uygun...
MİT’i düşün, PKK’ya sızan ajanları düşün, hatta istersen Baransu’yu takip ederken yakayı ele veren iki ajanı düşün...
Ve otur izle...
Oh mis!
Yeni bir ‘çok satma’ yöntemi oluştu
RADİKAL’in “Kitap Eki”ne baktım:
Başbakan’ın polemiğe girdiği yazar Paul Auster’ın “Kış Günlüğü” adlı kitabı, “En Çok Satanlar” listesinde bir numaraya yerleşmiş.
Şimdi merakla bekliyorum:
Acaba hangi yazar, Başbakan’ın kendisine “Gitsen ne olur, kalsan ne olur” şeklinde bir cevap vermesini sağlamak amacıyla “Yaşanmaz kardeşim bu memlekette... Gidiyorum buradan” diye bir demeç patlatacak?
Paylaş