Paylaş
-“Gönül adamı” olarak isim yapmış olmasa...
-Devletin televizyonunda ahkâm kesmese...
Mesele edilecek şeyler söylemesine rağmen mesele etmeyecektim.
Fakat gelin görün ki...
“Gönül adamı” olarak karşımıza çıkarılıyor.
Üstelik devletin televizyonu yapıyor bunu...
Bu durumda bize de kayıtsız kalmamak düşüyor.
*
Tuğrul İnançer’in son bombasına gelince.
Şöyle diyor:
“Çalışan kadın, kocasının emrinde olmayı haysiyetine uygun bulmuyor ama patronunun, elin adamının hizmetinde olmayı haysiyetine uygun buluyor. Ben eş demem. Eş yoktur, eşitlik yoktur. Ben karımla, çocuğumla eşit değilim”.
*
Bakar mısınız kafaya?
Adam çalışma hayatını, “işveren” ile “çalışan” arasında akde dayalı, karşılıklı hakların hukukların olduğu bir olay olarak görmüyor.
Ya nasıl görüyor?
Şöyle görüyor:
Elin adamının hizmetinde olmak olarak görüyor. Patrona hizmetçilik yapmak olarak görüyor.
*
Bu kafanın tanımları şöyle:
-Aile: Karının kocanın emrinde kocaya hizmet etmesi demek.
-İş hayatı: Çalışanın patronun emrinde patrona hizmet etmesi demek...
Sorun bu kafaya, “vatandaş olmak nereye düşer usta” diye...
Alacağınız yanıt bellidir:
Yöneticilerin emrinde devlete hizmet etmeye düşer.
*
Bu kafa, bir gönül adamının kafası olamaz.
Ne gönül adamı! Bu kafa, bir dindarın kafası bile olamaz.
Çünkü dindarlar, “insan eşref-i mahlûkattır” diye inanırlar.
Yaratılmışların en şereflisi olan insan, kula kulluk etmez.
Kadınıyla, erkeğiyle insan insandır ve ona toplum hayatında “Hizmet eden, emre giren, emir alan” pozisyonu verilemez.
Dindar bir insan aileye, çalışma hayatına ya da vatandaşlığa “hizmete girme, emir alma, kulluk etme” olarak yaklaşmaz, yaklaşamaz.
“La ilahe” diyen biri, her şeyden önce toplumsal hiyerarşileri sarsan biridir.
*
Başka ne diyor Tuğrul İnançer?
Şunu diyor:
“Kadının ekonomik hürriyeti gibi aldatmacalardan vazgeçilmesi gerekir. Boşanmaların kimler arasında olduğunu bir anket yapıvererek bulsunlar”.
Yani diyor ki Tuğrul İnançer:
Kadın parayı bulduğu zaman kocayı boşar.
Hükmü böyle verince çözümü de şu oluyor İnançer’in:
Kadın çalışmasın, parayı bulmasın, kırsın dizini, kocasının emrinde yaşasın, boşanma da olmasın.
*
Bu tahlilde...
Gönül var mı? Yok.
Din var mı? Yok.
Ne var peki?
Para var.
“Parayı bulan azar, parayı bulamayan siner oturur” diye özetlenebilecek alabildiğine kaba, alabildiğine ham bir materyalizm var.
Yani din imanla uzaktan yakından ilgisi olmayan sığ bir analizden başka bir şey yok.
*
TRT, Tuğrul İnançer’in programına “Gönül Dünyamız” diye isim koymuş.
Ne diyelim?
Allah hepimizi yeryüzünün en dar, en sığ ve en kaba dünyasını, karşımıza “işte bizim gönül dünyamız” diye çıkaranlardan muhafaza buyursun.
Sürgün müezzine mektup
SAYIN Bezmiâlem Valide Sultan Camisi müezzini...
Sevgili hocam...
Hakikatten dirhem sapmayarak...
Belalara uğramayı göze alıp da yalan söylemeyerek...
Hakikati siyaset için eğip bükmeyerek...
İslam’a büyük hizmet ettiniz.
*
Sizi sürmüşler caminizden...
Sıkmayın canınızı...
Sizin yeriniz gönüllerdir.
Ve önemli olan gönüllerden sürgün edilmemektir.
Film seçeceklere tavsiyeler
-Robert De Niro filmde var diye atlama hemen üstüne... Üstadımız epey zamandır çok dandik filmlerde rol almakta.
-Devam filmlerinden uzak dur. Baba İki’nin Baba Bir’i aşması dışında bu konuda başarılı örnek pek yok.
-“Romantik komedi”lere dikkat! Bu alanda söylenmemiş söz, yapılmamış espri, çekilmemiş sahne kalmadı.
-Vampirli filmler iyidir hoştur ama son zamanlarda işin içine biraz fazlaca duygusallık, aşk meşk falan katıyorlar. Aman diyeyim.
-Ucuza kotarılmış bilimkurgularda genellikle inandırıcılık sorunu olur. İnandırmayan bilimkurgudan ise hiç kimseye fayda gelmez.
-“Ödüllüyse korkma dal” diye bir durum yok. Ben nice bol ödüllü filmi ilk 10 dakikasında bıraktığımı bilirim.
-Nicolas Cage var ya... Herifin bir tek “8 MM” adlı filminden verim alabildik... Bu yüzden bir filmde Nicolas varsa kırk kere düşünmek gerekir.
-Artık katilin filmin sonunda belli olduğu filmler pek çekilmiyor. Böylesi filmler yakalarsanız kaçırmayın.
-Romenler sinemada gayet iyiler... Romen filmlerine iltimasa ne dersiniz?
Barlas’a bir şey diyoruz, cevabı eşinden geliyor
MEHMET Barlas’ın yazdıklarına karşı bir şey yazıyorum.
Hiç sekmiyor:
Cevap eşi Canan Barlas’tan geliyor.
Üstelik Mehmet Barlas’ın asla yapamayacağı denli çirkin, yaftalayıcı ve hakaretamiz biçimde...
*
İnsan biraz oturur düşünür.
“Kocamın eli kalem tutuyor, köşesi var... O versin cevabı... Bana ne? Ben kocamın sözcüsü müyüm” falan diye...
Yok, hayır.
Canan Barlas hemen yapıştırıyor cevabı.
*
Sırf bu yüzden “kocası adına başka köşe yazarlarına cevap yapıştırmaya meyyal” biriyle evleneceğim galiba.
Düşünsene abi:
Biri sana bi’ şey yazıyor, bir başkası senin adına cevap veriyor.
Oh ne güzel!
“Barlas ailesi” türü bir aile kuramazsam durumum gerçekten fena!
Hep böyle “tek tabanca” uğraşıp duracağım.
Dersim ekmeğini kim yiyecek?
ORTADA bir ekmek var:
Tunceli’nin adını Dersim’e çevirme ekmeği.
Herkes bu ekmeği yemenin peşinde...
*
Mesela AK Parti...
12 yıldır yapmamış bunu.
Üstelik BDP’nin “Tunceli, Dersim olsun” teklifine hayır demiş.
Üstelik bunu bir kez değil tam altı kez yapmış.
Şimdi çıkmış, “Demokrasi Paketi”ne yerleştirmiş “Bundan böyle Tunceli’ye Dersim denecek” maddesini.
*
Mesela CHP...
Bin yıldır aklının ucundan bile geçirmemiş Tunceli’nin adını Dersim olarak değiştirmeyi...
Gelen tekliflere “hayır” demiş.
Dersim katliamıyla ilgili bir “özür”ü bile çok görmüş.
İşitmiş hükümetin Dersim adını getireceğini...
Bir el çabukluğuyla “Tunceli, Dersim olsun” diye teklif veriyor.
*
Değerli siyasetçilerimiz!
Taşı sıksan haksızlık damlayacak bir memlekette hepinizin birden “Dersim ekmeği”ne abanmanız biraz tuhaf kaçıyor.
Çok rica ederim paylaşın şu ekmekleri...
Paylaş