Gel, İstanbul’a gel

TAM da "İstanbul bu kalabalığı kaldırmaz" sızlanmasının ayyuka çıktığı bir dönemde...

Tam da Başbakan’ın "İstanbul’a vize" tartışmasını yeniden gündeme getirdiği bir süreçte...

İstanbul’un dört bir yanında "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş" imzalı, "Gel, ne olursan ol yine gel" pankartlarıyla karşılaşmayayım mı?
/images/100/0x0/55eadac1f018fbb8f89afb0d
Tamam... Biliyorum, "Mevláná Yılı" nedeniyle Mevláná’yı anmak amacıyla asılmıştır bu pankartlar.

Ve yine biliyorum, "Gel" denilen yer İstanbul değildir.

Ancak...

Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin:

E-5’ten İstanbul’a girerken iri harflerle gözünüze sokulan, "Gel, ne olursan ol yine gel" cümlesi, bir "gönül daveti"ni mi çağrıştırıyor, yoksa "Gel arkadaşım, İstanbul’a gel" coşkusunu mu?

Vallahi ne yalan söyleyeyim...

Pankartı ilk gördüğümde benim dudaklarımdan şu cümleler döküldü:

"Gel, ne olursan ol yine gel / İşte sesleniyor Mevláná dilinden Kadir Bey / Topla göçünü öyle gel / İster kapkaççı ol, ister işsiz / İster taşı toprağı altın de / İster "Neden geldim İstanbul’a" diye haykır / "Ulan İstanbul" diye bin sitem yollayacaksan da gel / Bir göz gecekondu hayali kursan da gel."

Cem Yılmaz tükendi mi?

GARPLILAR ip cambazını "Ha geçti ha geçecek" diye izlerken, biz şarklılar "Ha düştü ha düşecek" diye izleriz ya...

İşte o hesap.

Cem Yılmaz’ın yaptığı son gösterilerinden gazetelere yansıyan esprilerin pek de güldürmediğine bakıp, "Oh be! Nihayet Cem Yılmaz da bitti!" demeye başlandı.

Bence gazetelerdeki esprilere bakarak böyle bir sonuca varmak hayli yanıltıcı olabilir.

Çünkü:

BİR: Cem Yılmaz’ın esprileri, ne "anlatılmaya", ne de "yazılarak aktarılmaya" müsaittir. Bunu gündeme getiren de Cem Yılmaz’ın kendisidir. Uyarısı şudur: "Sakın anlatmaya kalkmayın! ’Ne lan bu hiç komik değil’ tepkisiyle karşılaşabilirsiniz."

İKİ: Cem Yılmaz gösterisinden "espri" örnekleri sunmaya kalkışan magazinci arkadaşlar, "profesyonel deformasyon" örneği sergileyip, "Bu sözler garanti olay çıkarır! Cem Yılmaz kime ne dedi?" başlığına uygun espriler üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Böyle bir gayretle bağlamından koparılan espriler, sıradan bir magazin karakterinin zekádan nasip almamış ucuz polemik arayışı gibi algılanabilmektedir.

ÜÇ: Cem Yılmaz’ın tükenişini dört gözle bekleyebilirsiniz. Ancak beklentinizi karşılayacak asıl alan, gazetelere yansıyan birkaç espri değil, bir bütün olarak Cem Yılmaz gösterisidir.

Bahçeli de Fırat da kusurlu

BİRİSİ bana "Senin şeceren bozuk" diye saldırsa...

Ya da "Senin deden devlete isyan etmiş bir adamdı, onun soyundan geldiğine göre sen de bölücüsün" dese...

Hemen suçluların telaşı içine girerek, sülalemin ne kadar da "temiz kanlı" olduğunu kanıtlamaya kalkışmam.

Dedelerimin İstiklal Savaşı’nda gösterdikleri kahramanlıklardan dem vurup kendimi temize çıkarmaya çalışmam.

Çünkü: Dedemizi ya da babamızı seçemeyiz!

Bu basit gerçek bizi, "Hiç kimse dedesinin ya da babasının yapıp ettiklerinden sorumlu tutulamaz" hükmüne götürür.

Bana, "Şeceren bozuk" diyene, "Hayır, benim şecerem tertemizdir" diye karşılık verirsem... En başta "Şeceren bozuk" suçlamasını meşrulaştırmış olurum.

O halde yapmam gereken şudur: "Arkadaş! Bırak şeceremi. Senin bu yaptığın insanlık raconuna terstir" diye haykırmaktır.

İşte bu yüzden...

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın "Şeyh Sait’in torunu" olduğunu ima etmesi ve Fırat için "Şeceresi bozuk" demesi de...

Fırat’ın, Bahçeli’nin bu suçlaması karşısında "Benim atalarım şöyleydi, böyleydi" diye sülalesini temize çıkarma gayreti de...

Kusurludur.

Biri insanlık raconuna ters davranmıştır, diğeri ise bu durumu meşrulaştıracak bir yanıt geliştirmiştir.

Oysa her iki taraftan da daha insani bir tutum beklerdik.
Yazarın Tüm Yazıları