HADDİMİ bilirim.Öyle üç-beş okurun "Üslubu sağlam. Kalemi kuvvetli" filan tarzındaki dolduruşuna kapılıp, "Ben oldum artık" havasına girmeyecek kadar izan sahibiyimdir.
Oryantasyonumu kaybedip "Şeyhül muharririn Burhan Felek" ayaklarına yatmayacak kadar aklım vardır.
Ayrıca.
Bu yazı/çizi işinde fena halde "kıdemsiz" olduğumun da farkındayım.
Dört bir yanımı sarmış olan 40 yıllık kalem erbabı ustalarımızın arasında benim üç yılı bile bulmayan "pek zavallı deneyimim"in lafı mı olurmuş?
Yani...
Elimde kendimi Çetin Altan gibi hissetmemi sağlayacak en küçük bir dayanak bile yok.
Peki o halde neden ona "Anasının ak sütü gibi helal olan", ancak bana haram olan bir yöntemi kullanmaya kalkışıyorum?
Tıpkı onun eski yazılarını, altlarına "25 yıl önceki Akşam’dan" ya da "30 yıl önceki Yeni Sabah’tan" diye notlar düşerek yayınlaması gibi, bir eski yazımı "Geçen yılki Hürriyet’ten" başlığıyla yayınlamaya kalkıyorum.
İşte yanıt:
Kader ağlarını ördü.
Şartlar zorladı.
Ya da...
Alçakgönüllülüğe kurban edilemeyecek ve tabii kıyılamayacak kadar denk geldi.
Evet.
"Acemi yazarınız", geçen yıl nisan ayında, yani Trabzon’da 5 kişilik bir grubun "bildiri dağıtıyorlar" gerekçesiyle linç edilme girişiminin hemen ardından "Oy Trabzon" başlığıyla bir "ağıt" yakmıştı.
Futbolcu kurşunlanması, papaz katledilmesi filan derken Trabzon, kendini bir kez daha gündemin en tepesine oturtmuş durumda.
Ve yazarınız da bugün ne söyleyecekse o gün söylemiş durumda.
Yani.
Öyle "havalara girmek" durumundan değil, mecburiyetten bir tekrar yapacağız.
Affınıza sığınarak geçen yıl nisan ayının Hürriyet’inden aynen aktarıyorum.
Buyurun:
OY TRABZON
SEN ta yüzyıl önce yabancı dilde beş gazetenin çıkarıldığı bir liman kenti değil misin?
Sen ta 18. yüzyılda üç tiyatroya ev sahipliği yapmadın mı?
Şu tarihi kilise hemşerin Kanuni’den yadigar değil mi?
Yavuz Selim valilerinden değil midir?
Peki ne oldu sana böyle?
Tamam, biraz heyecanlısın, galeyana açıksın, tez canlısın...
Ama galeyanın en koyu halinde bile beş gencin üzerine iki bin kişiyle yürünmeyeceğini aklına getirmek durumunda değil misin?
Sen ki bağrından Nihat Genç’i çıkarmış bir kentsin, peki neden içinden ’Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak’ diye haykıran tek bir kişi bile çıkamadı?
Tamam, bayrağı çok seviyorsun...
Ama bir dedikoduya kapılıp ortaya konulan dizginsiz öfke, o bayrağın sembolize ettiği değerleri yıkıp geçiyor, fark etmiyor musun?
Tarihine baksana: Senin kültüründe ’linç kültürü’nden herhangi bir iz bulabilir misin?
O halde neden bu gayrimeşru kültürü bağrına sokmaya kalkışanlara karşı sesini yükseltmiyorsun?
Neden ’Bu galeyana gelenler benden uzak olsun’ diye haykırmıyorsun?
Bir Sunay Akın tavrı bekliyoruz senden...
Ve sana Eyüboğlu kardeşleri hatırlatıyoruz...
(8 Nisan 2005 / Hürriyet)
Üç saptama
BİR: Özellikle milliyetçi ve dindar çevrelerde öteden beri ’aydın yabancılaşması’ndan söz edilir. "Yüzünü Batı’ya dönmüş, kendi kültürünü unutmuş aydın" meselesiyle ilgili yığınla kitap yazılmıştır. Ancak son ’Karikatür krizi"nde, en Batılılaşmış aydınlarımız bile net bir tavır takınarak "Bunun ifade özgürlüğüyle ilgisi yok" görüşünde birleştiler. Ne dersiniz? Sağ diskurun en önemli argümanlarından biri olan ’yabancılaşmış aydın’ tezi, şimdi rezerve edilmeye muhtaç değil mi?
İKİ: Çok ’renkli’ edebiyat dergimiz Picus kapanmış. Yani artık bir "bilardo ustası" ile bir "roman ustası"nın buluştuğu o kapaklardan mahrum kalacağızÖ Madem "Picus" kapanmış, o halde o matrak saptamayı anımsayalım: "Dergiler de imparatorluklar gibidir: Doğarlar, büyürler ve yıkılırlar."
ÜÇ: Trabzon’daki rahip cinayetiyle ilişkilendirilen "Haydar Baş ideolojisi", artık tamamıyla "ulusalcılık" ve "kızıl elmacılık" kapsamı içine girmiştir. O kadar ki, en azılı irtica savar unsurlar bile Haydar Baş’ı "irtica" listelerinden çıkarmışlardır.