Davetli gazeteciler: Gülay Göktürk, Enis Berberoğlu, Mustafa Karaalioğlu, Hasan Cemal, Selahattin Sadıkoğlu, Mehmet Barlas, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Okay Gönensin, Ali Bayramoğlu, Mehmet Altan, Oral Çalışlar, Salih Memecan, Mehmet Emin Kazcı, Ekrem Dumanlı, Serdar Turgut, Mustafa Çelik, Fuat Bol...
* * *
MASA DÜZENİ: Feriye Lokantası’nın büyük salonundaki masa düzeni hilal biçimindeydi. Bu durum "ayrıntı avcıları"nın aklına, Malazgirt Meydan Savaşı’nda Alparslan’ın ordusunu hilal biçiminde dizmesini getirdi. Bu nedenle bazıları durumdan "Erdoğan milliyetçiliğe göz kırpıyor" sonucunu çıkarırken, bazıları da birbirlerine "İyi ama Romen Diyojen kim?" sorusunu sordular.
SERVİS DÜZENİ: Garson sayısı neredeyse davetli sayısına eşitti. Durum böyle olunca tam bir eşit servis hizmeti verildi. Yemekler masaya aynı anda geldi, aynı anda gitti. Garsonların "Anadolu ateşi dansçıları" edasıyla salona girmesi ve çıkması bazen dikkat dağıttıysa da, ortaya çıkan "eşitlik" uygulaması herkesin hoşuna gitti.
SOSYAL FEHMİ KORU: Gazeteci Fehmi Koru, "davet sahibi" kimliğiyle belki de hayatının en "sosyal" akşamını yaşadı. Davetlileri kapıda karşıladı, kırk yıllık "salon adamı" gibi bütün davetlilerle yakından ilgilendi, bazılarına küçük tatlı şakalar yaptı, gazeteciler ile Erdoğan arasındaki sohbetin idaresini de ustaca yürüttü.
AMERİKAN TARZI:"Feriye Buluşması"nı yerin dibine sokmak için akıllara "Otağtepe Buluşmaları"nı getirerek nifak çıkarmak isteyenler olabilir. İşte bu olası nifak hareketlerine karşı işe yarar bir argümanı Fehmi Koru ortaya attı ve şöyle dedi: "Bir gazetecinin ev sahipliğinde önemli siyaset adamlarının gazetecilerle buluşturulması Amerika’da sıklıkla uygulanan bir yöntemdir."
PROTOKOL DÜZENİ: Başbakan Erdoğan, hilalin tam ortasına yerleşti. Sol yamaca yaptığı nokta esprilerle geceyi renklendiren Mehmet Barlas, sağ yamaca ise yaptığı nokta savunmalarla geceyi ateşlendiren Nazlı Ilıcak yerleşti. Sağ yamacın en ucunda, yani Enis Berberoğlu’nun hemen yanında bir anti-sosyallik anıtı gibi ben yer aldım.
HASAN CEMAL: Bazı gazeteciler üçüncü, dördüncü kez söz alırken Hasan Cemal’in ses tonunu bile duymamış olmak gazeteciler arasında hafiften bir panik havası yarattı. Herkes "of the record" uyarısına rağmen sıkıntılı bir edayla sürekli not alan Hasan Cemal’e dikkat kesilmişti. Akıllardaki soru şuydu: "Acaba çok yakında ’Ben Feriye’de çok sıkılmıştım’ başlıklı küçük bir risale yayınlar mı?" Bu kaygı Başbakan’ın huzurunda dile getirildi. Herkes acımasız bir şekilde gülerken Başbakan, Hasan Cemal’e şefkatle bakıyordu.
ROLLER KARIŞTI: Başbakan Erdoğan’ın en keyifli olduğu anlar, gazetecilerin birbirine girdiği anlardı. Özellikle Nazlı Ilıcak’ın eleştirel sorular karşısında Erdoğan’dan rol çalması, Başbakan’ı acayip rahatlattı. Bu bölümlerde Erdoğan, "Siz birbirinizi yiyin, ben yemeğimi yiyeceğim" edasındaydı.
ERDOĞAN ETKİLENDİ: İçki tartışması, Aşkın olayı, Orhan Pamuk davası... Gazeteciler gündemdeki mevzuları "hilali masa"ya getirdikçe Erdoğan, ilk etapta yine o bildik medya eleştirilerine girişiyordu ki... Bazı gazeteciler şunu söylediler: "Haklı olsanız bile çıkan krizleri iyi yönetemediniz, sorumlu olmadığınız konularda sorumluluğu üzerinize aldınız." Özellikle Enis Berberoğlu, İsmet Berkan ve Gülay Göktürk’ten gelen bu uyarılar Erdoğan’ı etkiledi... Başbakan bu aşamadan sonra, medya eleştirileri yerine bir parça özeleştiri yaptı.
SORULAR... SORULAR...: Başbakan’a sınırsız soru sorma hakkı ve özgürlüğünden ben de yararlandım ve iki soru sordum: BİR: Partinizde neler oluyor? Milletvekillerinden gelen eleştirilerin anlamı ne? İKİ: Çankaya tartışmalarını nasıl karşılıyorsunuz? Birinci soru için Fehmi Koru, Başbakan’ı "Tahriklere kapılmayın" diye uyarınca Erdoğan’ın yanıtı sert olmadı. İkinci sorunun yanıtından ise bırakın birinci sayfayı, 22. sayfa için bile haber çıkmazdı.
YEMEKTE NELER VARDI: Tavuk yoktu. Hindi yoktu. Av ürünü yoktu. Bundan "kuş gribi" gündemiyle ilgili bir sonuç çıkarmaya çalışmak, biraz fazla çıkıntılık yapmak mı olur bilmiyorum ama sonuçta bunlar yoktu. Ağırlık deniz ürünlerine verilmişti.
ŞARAP OLAYI: Hadi o klasik sorunun yanıtını da verelim: Su gibi akmasa da sofrada şarap, özellikle beyaz şarap kafayı çıkardı. Sol kanattaki AB’ci, Yücel Aşkın’cı, Orhan Pamuk’çu gazeteciler, kendilerini beyaz şaraba vurdular. Hilal masanın sağ kanadından ise sadece Enis Berberoğlu, kırmızı şarap siparişi verdi. Peki gelen şaraba elini bile sürmeyerek gece boyunca diyet kolaya yüklenen Berberoğlu’nun amacı neydi? Acaba o kadeh "yaşam tarzı savunması"nı sembolize etsin diye mi durdu? Bu soru yanıtsız kaldı.
Madem ki "yanıt hakkı"na sonuna kadar saygılıyız, o halde gelen açıklamayı noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlayalım:
"Sayın Ahmet Hakan... Bir yılbaşı esprisini fırsat bilip kadını aşağılayan üslubunuz, sizin kaleminize ve gazeteniz Hürriyet’e hiç yakışmadı. Okuduğum, yılbaşı gecesi eğlenmek ve eğlendirmek amaçlı güncel bir espriydi sadece. Bu kadar ciddiye alıp köşenizde yer vereceğinizi düşünmemiştim, bilseydim sizden de bahsederdim. Ama sizi bu zevkten mahrum etmek istemiyorum ve aşağıdaki dizeleri size adıyorum:
Ebru Şallı’dan Harun Tan’ı / Mazhar ve Fuat’tan Özkan’ı / Nişantaşı kafelerinden Ahmet Hakan’ı / Sen ayırma yarabbim...