Fadime telekızmış

TELEKIZMIŞ Fadime... Adı kötüye çıkmış bir tazeymiş... Bataklıkta açan bir çiçekmiş...

Aksaray pavyonlarında çalışırmış... Konsomatrislik falan yaparmış... Erkeklerin gönlünü eğler, para kazanır, ancak kazandığı paraları yoksul anacığına götürmezmiş... Böylesine kötü kalpliymiş üstelik...

* * *

Alkoliğin tekiymiş Ali Kalkancı. Henüz güneş rakı burcuna girmeden başlarmış içmeye. Sağlam içer, günde üç büyük devirir, bana mısın demezmiş. Yolsuz kaldığında rakıdan umudu kesip "köpek öldüren" ile idare edermiş. Serserinin tekiymiş. Kumkapı meyhanelerine dadanırmış. Çöpçüler sabahları açıklarda bulurlarmış leşini... Geceleri sokaklarda naralar atarmış... Böylesine haytaymış yani...

* * *

Derken bir gün... Sene 1996... Harbiye Orduevi... Akşam saatleri...

"Mahalli" karanlıklar prensimiz Veli Küçük Paşa, kaygılı bir ses tonuyla başlamış konuşmaya:

"Biz bu Refah Partisi’nin yükselişini durduramayacağız galiba... Yolsuzluk yapıyorlar diyoruz, inanmıyorlar... Türkiye’yi İran’a çevirecekler diyoruz, halkımız oralı olmuyor... Bizim milletimiz bel altı meselelere karşı duyarlıdır... Ulan en iyisi bunları oradan vuralım... Bir iftira kumpası kuralım..."

Masa başındakiler şöyle yanıtlamışlar Paşa’yı:

"Çok doğru buyurdunuz Paşa Hazretleri..."

Önce "telekız" Fadime, bin bir vaat ile kandırılmış...

Fatih’te üç karılı adamın tesettür mağazasından Fadime’ye tesettür kıyafetleri satın alınmış... Acayip yakışmış haspaya bu yeni esvap...

Ve denmiş ki: "Sen artık dinci oldun Fadime..."

Aksaray pavyonlarından alınan Fadime’ye, Sultanbeyli’de iki göz gecekondu ayarlanmış...

Ardından da sıra alkolik Ali Kalkancı’ya gelmiş...

Önce içkiyi bırakması sağlanmış Kalkancı’nın...

Sonra bir umre seyahati ayarlanmış...

"11 derste nasıl şeyh olunur?" başlıklı dersler verilmiş kendisine...

Ve kurs tamamlandığında, "Sen artık şeyh oldun aslanım" denilerek, Fatih’te bir eve yerleştirilmiş...

* * *

Ve sıra gelmiş operasyona...

Fadime’yi önce Ali Kalkancı’nın koynuna atmışlar...

Sonra da "Müslümanların arasına sokulmuş bir ajan" olan Müslüm Gündüz’ün koynuna gelmiş sıra...

Bugünlerde "çocuk tacizi" iddiasıyla yargılanan Vakit yazarı Hüseyin Üzmez’in malikanesinde bizim Fadime ile Müslüm tam hemhal olacakken...

Polis baskını falan... Ortalık karışmış, düzen bozulmuş...

Ve tiyatro başlamış:

Fadime "Şeyhlerin aldattığı masum, küçük dinci kız" rolünü, Ali Kalkancı ile Müslüm Gündüz ise "Kadınları ağa düşüren şeyh" rolünü oynamış...

Bu tiyatronun açtığı yoldan giden...

"Karadayı / Çevik Bir" gibi anlı şanlı paşalarımız da Sincan’da tankları yürüterek, bizim masum, cici, şanlı Refah Partisi iktidarını alaşağı edivermişler...

Ve bir kez daha olan günahsız, kusursuz, hatasız, yüce gönüllü inananlarımıza olmuş... Yani yine keleğe getirilmiş bizim garibanlar...

* * *

Gülüyor musunuz? Ne gülüyorsunuz yahu?

Ben bu tuhaf hikáyeyi, İslami kesimin en ciddi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dünkü nüshasında okudum...

Üstelik öyle kıyıya köşeye sıkıştırılmamış, 19 sütuna sürmanşet olarak yayınlanmış...

Okudum, hem eğlenerek, hem de ibret alarak...

Eğlendim, çünkü malzeme gerçekten eğlendiriciydi...

İbret aldım, çünkü "Başlarına gelen bütün felaketleri, başkalarının kendileri üzerlerine kurduğu komplolarla izah etmeye yatkın olanlar"ın iyileşmelerinin hiç de kolay olmadığını bir kez daha fark etmiş oldum...

AKİF BEKİ'DEN AÇIKLAMA

"Sayın Ahmet Hakan...

Gerek dünkü yazınız, gerekse son günlerde yaşanan tartışmalar üzerine bazı hususları paylaşmakta fayda görüyorum...

BİR: İki kişi arasında geçen bir telefon konuşmasının tek yanlı bir anlatımla üçüncü bir gazetecinin yazısına konu yapılmasını ayıp sayarım.

İKİ: Milliyet Gazetesi’nin ’hayali konuşmalar’ başlıklı haberine cevaben yaptığımız yazılı açıklamada açıkça belirtildiği şekilde bir ’kara propaganda ve dezenformasyon faaliyeti’ söz konusuysa, bunun bir suç soruşturmasına ve iddianameye konu yapılmasında anlaşılmayacak bir husus yoktur. Yadırgatıcı olan ise, yine açıklamamızda ifade edildiği gibi, hem amacının farkında olunmasına rağmen böyle bir ’kara propaganda’ya imkán sağlanması, hem de yargı konusu bir suç iddiasının bu yolla hafife alınmasıdır. Gazetecilik ciddiyet ve sorumluluğu, takdir edersiniz ki, bunun tam aksi bir yaklaşım gerektirmektedir.

ÜÇ: Bu vesileyle bazı meslek erbabına hatırlatmak isterim ki, gazetecilik, muhatapları bakımından doğuracağı sonuçların sorumluluğunu üstlenmeksizin her akla geleni yazma hürriyeti değildir. Bu sebeple, temel meslek ilkeleri ve hukuk kuralları, haberin doğruluğunu ispat görevini gazetecilere yüklemektedir. Yoksa son zamanlarda yaygın olarak gördüğümüz gibi, basın özgürlüğü adına, insan muhayyilesinin üretebildiği her türlü senaryoyu ortaya atıp kenara çekilerek aksinin ispatını muhataplardan beklemek keyfiliğine kimse sahip değildir.

DÖRT: Son olarak, gazetecilikte tarafsızlık, iddiayı muhataplarına sormadan yayınlamamayı keyfi bir tercih değil, bir zorunluluk olarak görmek demektir. İmkán dahilinde olduğu halde, bırakın herhangi bir kanıt ya da dayanak aramayı, en kolay yol olan muhatapları nezdinde doğruluğunu soruşturma ihtiyacı bile duymadan çok ağır iddiaları sayfalarına taşıyanlar, tekzip hakkına hakaretle cevap verebilmektedir. Oysa bir tekzibe verilecek en doğru cevap ya özür dilemek ya da haberin doğruluğunu ispat etmek olmalıdır. Hiçbir ölçü tanımayanların, ölçülü tekzip beklemeye hakkı yoktur.

AKİF BEKİ

Başbakanlık Sözcüsü
Yazarın Tüm Yazıları