Paylaş
Madem zaman, “doğru bilinenlerin söylenebildiği” bir zaman... O zaman soralım:
*
Ey o bira kutusunu o camiye yerleştiren şahıs!
Hiç mi titremedin o kumpası çevirirken?
Dükkândan birayı satın alırken, camiye doğru giderken, bira kutusunun ağzını açarken, caminin pervazına bira kutusunu yerleştirirken, kutunun fotoğrafını çekerken ya da çektirirken, fotoğrafı gazetede yayımlarken ya da yayımlatırken, fotoğrafta bira kutusunu kırmızı bir daire içine alırken ya da aldırırken...
Tüm bunları yaparken...
Bir müfterinin olası iç sıkıntısının dirhemi olsun sarıp sarmalamadı mı seni? Azıcık da olsa bir vicdan kıpırtısı sarmadı mı seni?
Keçisi çalınan müftünün haberini “Müftü keçi çaldı” diye yapanlardan bir farkının kalmadığını, insanlıktan çıktığını, iftiraya bel bağladığını, mücadele ahlakını hepten yitirdiğini, yaptığının bırak Müslümanlığı, insanlığa aykırı olduğunu falan...
Hiç mi içinden geçirmedin bre insafsız müfteri, bre vicdansız kumpasçı?
*
Git, o bira kutusu yerleştirmek suretiyle hile ve desise çevirdiğin mübarek camide tövbe et.
İftira attığın “çapulcular” seni affetmese de belki Allah affeder.
Cemaat’i kullanılmış bir mendil gibi fırlatıp atmak
AK Parti hükümeti, Cemaat’i yemek istiyor.
İyi ama neden?
Neden AK Parti hükümeti, Cemaat’i ham yapmak istiyor?
*
Benim bildiğim en az 8 nedeni var bunun:
BİR: Cemaat’in iktidara ortak olmasını istemiyor.
İKİ: Cemaat’in üstüne vazife olmayan işlere kalkışmasını istemiyor.
ÜÇ: Cemaat’in devlet içinde paralel bir yapı gibi davranmasına izin vermek istemiyor.
DÖRT: Cemaat’in bir “koalisyon ortağı” gibi davranmasını istemiyor.
BEŞ: Cemaat’in bürokrasiye hâkim olmasını istemiyor.
ALTI: Cemaat’in hükümete her alanda politika dayatmasını istemiyor.
YEDİ: Cemaat’in devletin istihbarat örgütüne el uzatmasını istemiyor.
*
Hiçbir iktidar vesayetten hoşlanmaz.
Hiçbir iktidar milletten aldığı yetkiyi, milletten yetki almamış başka bir unsurla paylaşmak istemez.
Hiçbir iktidar, iktidar dükkânının içine başkalarının dükkân açmasına göz yummaz.
Hele “askeri vesayet” gibi bir heyulayı geriletme başarısını göstermiş bir iktidar, “Cemaat vesayeti”ni hiç kabul etmez.
*
Ama durun bir dakika!
Daha düne kadar...
“Bu hükümet” ile “bu Cemaat”, askeri vesayeti geriletmek uğruna şanlı bir mücadele vermiyor muydu? Bavullarla, çiplerle, manşetlerle, “Pensilvanya’ya selam olsunlar” ile pekiştirilmiş mutlu mesut bir yolculuğa çıkmamış mıydı bunlar? Beraber ıslanmamışlar mıydı yağan yağmurlarda? “Cemaat’in katkısı olmasa askeri vesayeti geriletemezdik” denmiyor muydu kıyıda köşede? Bazı makamlar Cemaat’in “insan malzemesi” ile donatılmamış mıydı? Adı konmamış bir görev paylaşımı söz konusu değil miydi? “Bir sihirli koalisyon: Cemaat ile hükümet” falan diye analizler yapılmıyor muydu?
*
Ve bütün bunlar olup biterken...
Neden hükümetin, hükümet yazarlarının, hükümet erbabının aklına gelmiyordu, “Ey Cemaat! Sen kimsin ki bizim iktidarımıza ortak olmaya kalkışıyorsun” diye sormak?
Neden hükümet cephesinden “Sen üstüne vazife olmayan işlere neden kalkışıyorsun ki ey Cemaat?” diye bir ses yükselmiyordu?
Neden mesela Bülent Arınç, “Bu bavullar nereden çıkıyor, anlamış değilim” falan diye bir demeç vermiyordu?
Neden Ergenekon’a karşı şanlı bir mücadele yürütülürken, operasyonlar ardı ardına gelirken Cemaat “gayet faideli bir hizmet hareketi” olarak görülüyordu?
Neden hükümetten bir tek yetkili bile o şanlı günlerde “Emniyet, adalet Cemaatçilerle doldu” diye tek bir yakınmada bile bulunmuyordu?
Neden? Neden? Neden?
*
İşin özetinin de özeti şudur:
Askeri vesayetin geriletilmesi, bir nevi öküzün ölmesiydi: Öküz öldü, ortaklık da bitti.
İşte görüyorsunuz:
Şimdi kullanılmış bir mendil gibi çöp kutusuna basket yapıyorlar Cemaat’i.
Kadıköy Vapuru notları
INSTAGRAM’a konacak en güzel fotoğraflar ancak oradan çekilir.
Simit zammını mesele etmezseniz martılara en güzel simit oradan atılır.
Karşıya en hızlı oradan geçilir.
Boğaz’ın en güzel manzaraları oradan seyredilir.
Yanındakinin gazetesi en güzel oradan okunur.
İstanbul’a en güzel oradan âşık olunur.
Yeni başlayanlar için kavga
KAVGA anında “Ne istedinse verdim” ya da “Benim sana faydam olmadı mı” türü çıkışlara tenezzül etmeyeceksin.
İki de bir Ömer Seyfettin’in meşhur hikâyesindeki “Hacı Kasap” gibi “Ver diyetimi, ver diyetimi” diye ortaya fırlamayacaksın.
Kavga anına kadar açmadığın defterleri, kavga anında da açmayacaksın... Kavgayı hangi alanda veriyorsan o alandan yürüyeceksin.
Yüzüne karşı “kardeşim” dediğinin arkasından çirkinleşip saydırmayacaksın.
Dolaylı anlatımlardan, telmihlerden, imgelemlerden vazgeçip açık konuşup açık yazacaksın...
Kavgayı âlemin ortasında yaptığını unutmayacak, söylediğin sözlerin kavgayı izleyen üçüncü gözler tarafından nasıl algılanacağını aklından çıkarmayacaksın.
En sonunda ama en sonunda kazanacak olanın kavgayı delikanlıca yapan taraf olduğunu asla unutmayacaksın.
Kamer Genç’in ABD’ye götürülmesi
HAKARET edilen vali için Başbakan’ın “Vali’yi yedirtmeyiz” demesi ile...
Kamer Genç’in CHP’nin ABD gezi heyetine alınarak taltif edilmesi arasında...
Zerre kadar bir fark yoktur.
*
Tek fark:
Birinde yedirtmeyen Başbakan’dır.
Diğerinde yedirtmeyen Kılıçdaroğlu’dur.
*
Kaybeden ise...
Her zaman olduğu gibi yine edep adap hassasiyetidir.
Memleket evladı
HABERTÜRK’te Kübra Par, Erbakan Hoca’nın yeğeni Sabri Erbakan ile röportaj yapmış.
Röportajdan şu bölüme dikkat lütfen:
*
SORU: Sarıgül’le yollarınız kesiştiği zaman Necmettin Erbakan sağdı, nasıl bir tepki vermişti?
SABRİ ERBAKAN: Mustafa (Sarıgül) Bey’in çok renkli bir kişiliği var. “Hocam müsaadeniz varsa ben Sabri Bey’le çalışmak istiyorum” diyerek amcamdan izin aldı. O da “Hayırlı olsun” dedi.
*
SORU: Yürekten mi söyledi bunu?
SABRİ ERBAKAN: Amcam çok samimi bir insandı. Görüşü belliydi ama dayatmacı değildi. “Orada da siyaset yapabilirsin, o da memleketin evladı” dedi.
*
Siyasetin keskin bir cepheleşme, kaskatı bir düşmanlık, vahşi bir yok etme arenasına döndüğü bir dönemde ilaç gibi geldi “o da memleketin evladı” cümlesi.
Sana bir kez daha rahmet olsun Hocam.
Paylaş