Paylaş
- “Hukuku egemen kılmak” yerine “rejim bekçiliği” yapılırdı.
- Çerçeve çizilirdi.
- Yasaklar getirilirdi.
- Askeri rahatsız eden bir savcı, anasından doğduğuna pişman edilirdi.
- Brifing alınırdı.
- Fire kabul etmez bir kast sistemi söz konusuydu.
- Çevik Bir’in taleplerine başüstüne denirdi.
- “Yargı bağımsızlığı” falan hikâyeydi.
* * *
Peki, “Bu köhne düzeni yıkacağız” diye yola çıkanlar, adil, hakkaniyetli, itimat telkin eden, toplumun her kesimine “İşte budur” dedirten, herkesi “Yaşasın! Nihayet süper bir yargı düzenine kavuştuk” diye sevince boğan bir sistem mi tesis ettiler?
Hayır! Ne gezer.
Bürokratları HSYK üyesi yaptılar.
Bakanlık destekli listeler çıkardılar.
Kulis attılar, etkileme güçlerini kullandılar.
Hukukun değil iktidarın işine gelecek bir yapılanmaya gittiler.
Böylece gitti “rejim bekçisi yargı düzeni”, geldi “iktidara göre şekillenmiş bir yargı düzeni”...
* * *
İlle de “iki kötü” arasında bir tercih yapmam gerekiyorsa...
Benim oyum “rejim bekçisi yargı düzeni”nden yanadır.
“Rejim bekçisi yargı düzeni”nde...
Hiç olmazsa...
Kutsallar bellidir.
Neye dokunursan başın belaya girer, neye dokunmazsan başın belaya girmez, bilirsin.
Laf cambazlığıyla, kelime oyunuyla durumu idare edersin.
Kişisel düşmanlıklardan çok ideolojik düşmanlıklar falan devreye girer.
Haksızlık edenin haksız olduğu aşikârdır.
* * *
“İktidara göre şekillenmiş bir yargı düzeni”nde ise...
İdeolojiye göre değil kişilere göre hizalanmak zorunda kalırsın.
Başına bir bela geldiğinde, bunun kimin tavuğuna “kış” demekten kaynaklandığını asla bilemezsin.
Kişisel düşmanlıklar, ideolojik düşmanlıklardan çok daha intikamcı olduğu için kendini daha korunaksız hissedersin.
“Demek sen benim kurulu düzenime dil uzattın ha...” cümlesinin yerini “Demek sen benim Tayyip Abime laf ettin ha...” cümlesi alır.
Yani nereden bakarsan bak...
Güvensiz, zorbalığa teşne, rejim kaygılarının yerini göze girme çabalarının aldığı, bırakın başbakanı, bakanı falan, müşavire bile laf edilemeyen bir düzen...
* * *
Bana “Ne yani? Eskisi daha mı iyiydi de yenisine vuruyorsun?” diyenlere sesleniyorum: Ben hayatım boyunca hiçbir zaman “ehven-i şerci” olmadım.
“Kötünün iyisi” yerine hep “en iyisi”ni istemeye gayret ettim. Ama bana “İlle de birini seçeceksin arkadaş” diye dayatırsanız.
Prensibimi bozar, “Evet kardeşim, eskisi bile daha iyiydi” derim.
Olmadı Gürsel Tekin
TÜRBAN yüzünden resepsiyon boykotu planlayan CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, sıkışık durumdan yırtmak için...
Bir dedikoduya yaslanıyor.
Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım arasında küskünlük varmış, bu yüzden Emine Hanım resepsiyonu boykot edecekmiş.
Diyelim ki doğru... Diyelim ki gerçekten de Emine Hanım, Hayrünnisa Hanım’dan hazzetmediği için resepsiyonu boykot edecek...
Bunun “asıl mesele” ile ne ilgisi var?
Asıl mesele şudur:
“Sen türban yüzünden resepsiyonu boykot ediyor musun, etmiyor musun?”
Bu konuda doğru dürüst bir tavır geliştire-meyenlerin, bir dedikoduya bel bağlamalarına bizim buralarda “acziyet” diyorlar.
O nam-ı diğer ‘Barikat Arif’ idi
DELİFİŞEK bir şairdi.
Eskiden “Arif Barikat” idi adı, sonradan Arif Damar oldu.
“Damar” şiirler yazdı, herkesin damardan olduğunu hemen fark edemediği...
85 yaşındaydı...
Yaşlı bedeni genç ruhuna sığmıyordu, yetmiyordu.
Aksi, huysuz, tatlı, kafası bozuk, rekabetten kaçınmayan, meydan okuyan bir ihtiyar olup çıkmıştı.
O da göçüp gitti. Ardında şiirlerini bırakarak...
* * *
Hadi onun anısına Ahmet Kaya’nın sesinden şu şiirini bulup dinleyelim:
“Kuş ehline durak olmaz / Durur ise yüzüm gülmez / Ben uçmasam bahar gelmez / Gonca güllere güllere...
Bir gün gelir ben giderim / Yedi iklim yurdum yerim / Bellenmeyen türkülerim / Düşer dillere dillere...”
Abdurrahman Bey’den iktidara hayat öpücüğü
TAM da HSYK’nın oluşumuna yönelik eleştiriler yükselirken...
Tam da “Demokrat Yargıçlar” bile seslerini çıkarmaya başlarken...
Tam da “evet” diyenler bile iktidarın kendi yargısını oluşturduğunu söylerken...
Tam da “eski yargı düzeni”ni bile mumla aratacak yeni düzen kurulurken...
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, dün yaptığı “Türbana geçit yok” çıkışıyla, iktidar partisine bir kez daha muazzam bir hayat öpücüğü vermiş oldu...
Yargıtay Başsavcılığı’ndan yapılan yazılı açıklamada yine iktidara nizam verildi.
Maddelerden dem vuruldu, yasalar yorumlandı, laiklik ilkesi tefsir edildi...
Ve hüküm verildi: “Türban serbest olamaz.”
* * *
Abdurrahman Bey’in bu çıkışı, bundan önceki çıkışlarında olduğu gibi yine iktidara yarayacaktır.
Çünkü Abdurrahman Bey, iktidar sözcülerine “yandaş yargı oluşturma girişimleri”nin haklılığını kanıtlamak için bulunmaz bir fırsat sunmuştur.
O zaman gelin hep birlikte bir kez daha haykıralım:
“Şu Tayyip Bey ne ballı bir adam...”
Arınç’ın doğru ve haklı sorusu
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, oğlunun başı açık bir kızla evlendiğini, kendilerinin bu durumdan şikâyetçi olmadıklarını, gelinlerini olduğu gibi kabul ettiklerini, aralarında türban konusunun konuşulmadığını söylemiş...
Ve ardından da şu soruyu patlatmış: “Başörtüsü eleştirisi yapanlar kendi kendilerine sorsunlar: Başı kapalı bir geline rıza gösterirler miydi?”
Yabana atmayalım:
Çok doğru ve haklı bir sorudur bu...
Kibirdir en çok yakışan statükonun çocuklarına
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Statükonun Kibirli Çocukları” diye bir söz etmiş.
Beğendim, güzel bir söz...
Fakat eksik...
Eksik, çünkü Haşim Kılıç, “statükonun çocukları” derken sadece “eski statükonun çocuklarına” işaret ediyor.
Halbuki bu memlekette bir süredir “yeni statükonun çocukları” devrede...
Ve onlar da en az eskiler kadar kibirli. Keşke Haşim Kılıç, “eski statükonun kibirli çocukları”na çuvaldızı batırırken, “yeni statükonun kibirli çocukları”na da en azından bir iğnecik batırmayı deneseydi. Çok daha hakkaniyetli bir tutum sergilemiş olurdu.
Paylaş