BİR davayı ya da partiyi ‘gazete’ denilen araçla savunmak mümkün müdür?
Eskiden bu soruya ‘Evet, mümkündür’ diye yanıt verenler çoğunluktaydı.
Peki ya bugün?
Bugün böyle düşünenlerin sayısı azınlıktadır.
Yani...
‘Ah şöyle bir milyon satan bir gazetemiz olsa, toplumu nasıl da istediğimiz gibi yönlendirir, davamızı yaygınlaştırırdık’ anlayışı büyük ölçüde aşılıp geçilmiştir.
Çünkü artık şunlar anlaşılmıştır:
BİR: Gazete ‘yapısal özellikler’i nedeniyle, ‘kaba parti propagandası’nın aracısı ya da ‘kutsal davanın yayıcısı’ olamaz.
İKİ: Gazeteye bir ‘dava’nın ya da ‘parti’nin propagandasını yapma işlevi yüklemek, ona boyundan büyük görev, taşıyamayacağı türden sorumluluk yüklemek anlamına gelir. Yani gazete denilen aracı abartmamak gerekir.
ÜÇ: Parti ve dava gazeteleri, yüklendikleri yanlış sorumluluk gereği, ‘okuru bilgilendirmek’ görevini birinci amaç olarak seçemezler. Onların anlayışı şudur: Eğer gerçekler, partinin ya da davanın çıkarına uygun değilse tabii ki dava ya da parti çıkarına uygun hale getirilir. Feraset sahibi okurun bu dalavereyi çakmaması imkansızdır.
DÖRT: Eğer gazetenizi ‘propaganda aracı’ olarak konumlandırırsanız, asla bir milyon satamazsınız. Ve eğer gazeteniz bir milyon satmaya başlamışsa, bilin ki artık ‘propaganda aracı’ olmaktan çıkmıştır.
***
‘Bu kadar teori yeter, biraz da pratiğe dal bakalım’ diyebilirsiniz.
Tamam, ‘aydın havası’ olması için kısa kesiyor ve pratiğe geçiyorum.
Efendim, söylemek istediğim şudur:
Diyelim ki çıkardığınız gazeteyi, ‘AKP hükümetine dost gazete’ olarak konumlandırdınız.
İletişim alanında sağlanan bunca çeşitlilik karşısında ‘Ben yaptım oldu’ diyemeyeceğinize göre sizi bekleyen bir dizi sorunsal var.
Mesela şu meşhur ‘Tren kazası’ karşısında ne yapacaksınız?
‘Bütün suç makinistte’ deseniz zerre kadar inandırıcılığınız kalmayacak.
Yapılan yanlışlara -hem de kibarca- işaret etseniz, bu durum ‘dostlukların son günü’nü yaşamanıza neden olabilir, yani dostunuzu gücendirebilirsiniz...
Eğer dostunuzu gücendirmeyi göze alırsanız bir anda ‘dost gazete’ unvanını kaybedebilirsiniz.
Eğer okurunuzu ‘keriz’ yerine koymayı göze alırsanız, o zaman da çıkardığınız mevkutenin ‘gazete’ olma özelliği kaybolur.
Yani tipik bir ‘Asiye nasıl kurtulur?’ durumudur bu...
***
Hadi ‘habercilik’ alanında bir şeyler yapıldı ve durum bir parça kurtuldu diyelim.
Peki ya yorumlar...
‘İktidar olmak eşittir her türlü eleştiriye uyuz olmak’ anlayışının egemen olduğu Türkiye’de, hem ‘dost gazete’ olmak, hem de yorum çeşitliliğini gerçekleştirmek mümkün olabilir mi?
Yorumda çeşitliliği göz önünde bulundurursanız başınıza gelmedik kalmaz.
Yılın her günü hükümeti öven bir yazarınız, yılın bir gününü iktidarı, hem de ‘adap’ ölçüleri içinde eleştirmeye karar verirse olacak olan şudur:
İktidar kanadından ‘Çatık kaş hükümet dedikleri bir zat’ telefona sarılıp, ‘Bu herifin bizim gazetede ne işi var?’ diye çıkışacaktır.
Aynı zatın laf arasına kattığı ‘Bütün gazeteler bize vururken siz de mi aynısını yapıyorsunuz?’ türünden duygusal yaklaşımları da işin cabasıdır.
Siz istediğiniz kadar ‘Ama efendim, yorumda çeşitlilik sağlamalıyız, inandırıcı olmalıyız, hem haber kutsal, yorum hürdür’ diye kendinizi ve gazetenizi savunmaya kalkışın...
Karşınızdakinin söyleyeceği tek bir şey vardır:
‘İyi ama kardeşim sen gazetecilik yapmaya çalışıyorsun. Bırak şu gazetecilik hastalığını...’
Bu çıkış karşısında iki şeyden birini yapabilirsiniz:
Ya istifayı basıp gidersiniz, ya da ‘Kör olası hanede evlad ü ayal var’ deyip çarpık duruma katlanırsınız.
Allah kimseyi ‘kör olası hanede’ var olan eş ve çocuklar hatırına böyle bir faaliyetin içinde çırpınmak durumunda bırakmasın.
Amin.
Mike Tyson Müslüman olmamış mıydı?
HİDAYETE eren ünlüler konusunu abartıp, ‘İslam’ı seçen Batılı şarkıcıyı bir anda veli mertebesine çıkaran’ hidayet meraklılarına soruyorum:
Hani Mike Tyson adlı boksör İslam’ı seçmişti?
Hani ‘yüz kızartıcı’ bir suç nedeniyle girdiği hapishanede Müslümanlığı seçmiş, adını da ‘Malik Abdülaziz’ olarak değiştirmişti?
Hani boksörümüz artık yumruklarını İslam için konuşturacaktı?
İşte yeni idolünüz İstanbul’da...
Neden gidip röportajlar yapmıyorsunuz?
Neden sayfalarınızı onun ‘hidayet öyküsü’ne ayırmıyorsunuz?