Adının başında her daim "İslamcı yazar" sıfatı kondurulabilecek zat-ı muhteremlerden herhangi biri, arada bir AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a ters bir çıkış yaptığında neden bu kadar etki altında kalıyorsunuz?
Tamam... Tabii ki haberi vereceksiniz. Olay hiç kuşkusuz enteresandır.
Sorun burada değildir.
Sorun, o ters çıkışı yapan "İslamcı yazar"ın bazı açmazlarını görmezden gelmeniz sorunudur.
* * *
Mesela...
Ünlü "İslamcı yazar" Ali Bulaç, bir internet sitesine yazdığı yazıda AKP hükümetini sert bir şekilde eleştirmiş.
Demiş ki:
"Tayyip Erdoğan değişti. İktidarda kalmak için eski iddialarını terk etti. İslamcılıktan vazgeçti."
Ali Bulaç bunları söylemiş ve siz de sekiz sütun üzerinden dev puntolarla haykırmışsınız:
"AKP’ye içeriden eleştiri! İslamcı yazar Ali Bulaç, AKP’ye savaş açtı."
Buraya kadar sorun yok.
Ancak... Neden Ali Bulaç’a şunu sormak aklınıza gelmez:
"Ey Ali Bulaç! AKP’nin değiştiğini söylüyorsun. İyi diyorsun, hoş diyorsun da... Türkiye’de epeyce etkili bir kesim sizin söylediğinizin tam tersini düşünüyor. Onlar diyorlar ki: Tayyip Erdoğan değişmedi. İslamcılıktan vazgeçmedi. Takıyye yapıyor... Oysa sen değiştiğini söylüyorsun. Peki bu çelişkiyi nasıl izah ediyorsun?"
Merkez medyadaki abilerim ve ablalarım.
Merak ediyorum: Neden heyecana kapılıp bu "açmaz"a işaret etmekten geri duruyorsunuz?
* * *
Iskaladığınız bir başka konu daha var.
Ali Bulaç, AKP karşıtı tezlerini Zaman Gazetesi’ndeki gül gibi köşesi dururken, nevzuhur bir internet sitesinde yayınlamayı tercih etmiş.
"Neden böyle yaptınız?" diye sormuşsunuz.
Yanıtı şu olmuş:
"Diğer medya organlarında AKP’yi eleştirmek kolay değil. Ahmet Taşgetiren (Yeni Şafak’ta) böyle bir eleştiri yapmaya teşebbüs etti, işinden oldu ve bir daha gazeteye dönemedi. İnternet sitelerini bu açıdan seviyorum. İnşallah bunlara da bir iyilik düşünmezler."
Bu yanıttan çıkan sonucu çok güzel ifade etmişsiniz:
"Ahmet Taşgetiren sendromu!"
İyi ama "mesele" burada bitiyor mu? Bunun bir adım sonrası yok mu?
Ali Bulaç’a şu soruyu sormak neden aklınıza gelmiyor:
"Ey Ali Bulaç! Köşemi kaybederim korkusuyla düşündüklerinizi yazmamak ne kadar ahlakidir? Hükümeti eleştirdiğiniz için sizi işten atacağını ima ettiğiniz sansürcü bir gazetede neden yazıyorsunuz?"
Ya da...
Daha da çarpıcı olan ve "Sekizsutun.com" adlı internet sitesinde sorulan şu soruyu neden Ali Bulaç’a sormuyorsunuz:
"İşini kaybetmemek için yıllardır doğruları yazmayan bir yazar ile iktidarını kaybetmemek için yıllardır doğruları yapmayan bir iktidarın mensupları arasında nasıl bir fark var?"
Öldürülen rahip misyoner çıkmış
MUHAFAZAKÁR bir gazetemizin manşeti şöyle:
"Öldürülen rahip misyoner çıktı."
Bu başlık hem ayıp, hem de saçmadır.
Ayıptır çünkü:
Bu cümlede bir din adamının dinini anlattığı için öldürülmesine meşruiyet tanındığının iması var.
Saçmadır çünkü:
Bir din adamının dinini anlatmak ve yaymak istemesinden daha doğal bir şey olamaz. Hadi daha anlaşılır olsun diye şunu da söyleyelim: "İmam tebliğci çıktı" cümlesi ne kadar saçmaysa bu cümle de o kadar saçmadır.
Latife Hanım’ın çarşafına sarılmak
EĞER türbanın serbest bırakılmasını isteyenlerdenseniz lütfen karşı tarafa gol atmak arzusuyla ikide bir Latife Hanım’ın ya da Zübeyde Hanım’ın örtülü fotoğraflarını milletin gözüne sokmaktan vazgeçin!
Zira size buradan ekmek çıkmaz.
Neden mi?
Türbanın sokakta bile yasaklanmasını savunacak kadar ileri giden zihniyet, size şöyle der: "Latife Hanım devrimden önce örtülüydü. Ama devrimlerden sonra örtüsünü çıkardı. Madem devrimin en ileri aşamasındayız. Hadi bakalım çıkarın türbanları!"
O halde gelin vazgeçin Latife Hanım’ın çarşafına sarılmaktan.
Siz en iyisi "insan hakları" demeye, "özgürlük" demeye, "kıyafetime karışma hakkın yok" demeye devam edin.