Daha doğrusu şimdi anlıyorum ki, gözlem yaptığımın farkında bile olmadan gözlem yapıyormuşum.
Ya da...
Anı biriktiriyormuşum.
Neyse...
O günlerden anımsadığım bir enstantane şudur:
17-18 yaşında bir delikanlı...
Sakalı bile çıkmamış bir yeniyetme...
Ancak sıfır numara saç tıraşı, görkemli cüppesi, ihtişamlı sarığı ve kendine aşırı güveniyle yaşından epey büyük bir ağırlık taşıyor.
İşte bu genç adamın etrafı, yolu taşradan dergaha düşmüş hayran kitlesi tarafından çevrilmiş durumdaydı.
Bir övgü fısıltısı işitiliyordu etraftan:
"Bu yaşta bütün ilimleri yalamış yutmuş! "Emsile", "Bina", "Avamil"... Yaşıtları talebe ama o şimdiden hoca oldu."
Bir "çocuk yıldız" ile karşı karşıyaymış gibi yapılıyordu!
Daha doğrusu...
Geçtiğimiz yıllarda Lübnan’da ortaya çıkan "çocuk vaiz"in gördüğü ilgiye benzer bir ilgiyi görüyordu bu delikanlı...
* * *
"Küçük bir çocuk" olmaktan çıkıp, irademin devreye girdiği günlerde İsmailağa Dergahı’ndan uzaklaştım ama dergahı "uzaktan" kesmeye devam ettim.
Uzaktan keserken de cemaatte "iki Ahmet"in birden ünlendiğini işittim.
Biri dergahın emektarı Ahmet Hoca, diğeri ise "yaşıtları talebeliğe devam ederken hoca olmayı başarmış" o genç adam...
İki Ahmet’i birbirinden ayırmak için "köy usulü" bir çözüm bulunmuş.
Birine "gözlüklü", diğerine "cüppeli" lakabı takılarak iş bitirilmiş.
Ancak...
Bizim "Cüppeli", cemaatin "yaramaz çocuğu" haline gelmiş:
"Star olma" özlemi içinde vaaz kasetleri doldurup satışa çıkarıyor.
Devasa bir külliye yapıp güç gösterisine girişiyor.
Günahı boynuna ikinci, üçüncü eş söylentilerinin kahramanı oluyor.
Villasındaki görkemli yüzme havuzları, cemaatteki "gıybet forever" tarzı sohbetlerin bir numaralı konusu oluyor.
Kısacası...
"Tutucu mu tutucu" İsmailağa köyüne, yeni adetler getirmiş bu Cüppeli!
* * *
Ancak Cüppeli’nin yaramazlıkları, bırakın İsmailağa’yı, homojen bir yapı arz etmeyen İslami kesimde bile tolere edildi.
Hadi havuzdu, villaydı, ikinci, üçüncü eşti, şuydu, buydu...
Bunlar biraz "gıybet"e giriyordu da ondan örtüldü.
Peki...
"Arena"da ortaya çıkan ve Allah adına söylendiği iddia edilen o iğrenç sözler?
Onlar neden örtüldü?
Adam büyük depremde ölenlerin anısına saygısızlık yapıyordu.
Yok Türkiye’deki reponun yüzde 80’i Adapazarı’ndaymış!
Yok Yalova, Çınarcık sahil boyları fuhuş sektörüymüş de "Mevla faiz ve zina yuvalarını vurmuş" falan filan.
Sonra yine aynı programda şu sözleri kulağımla işittim:
"Bu kasette dualarımız var. Felaket duası, bereket duası, deprem duası, ölmeme duası bile var yav. Kasetlerimiz 10 mark. Biz bu kasedi alıp bi yakınına dinletene, kopyalayıp dağıtana hakkımızı helal etmiyoruz. Herkes beşer, onar tane sevdikleri için alsın."
Düzey buydu.
Ama o dönemde sadece utanmakla kaldım.
Bazılarımız o kasedi yayınlayan Uğur Dündar’ı kınadı.
Ama hiçbirimiz çıkıp da bu düzeysizlikle hesaplaşma yoluna gitmedik.
Kalemiyle cihat yaptığı iddiasındaki abilerden hiçbiri çıkıp da, "Bu adam beni utandırdı" diye bile yazamadı.
Hürriyet’te yayınlanan jet ski fotoğrafı çok önemlidir. Çünkü...
Bu fotoğraf, kendisi "mahrem"e hayli "modern" katkılarda bulunmaktan hiç çekinmeyen bir adamın, taraftarlarına sadece "mahrem"i önermesi ikiyüzlülüğünü kanıtlamaktadır.
Bu fotoğraf, Yalova ve Çınarcık sahillerini "fuhuş merkezi" olarak nitelendiren bir hocanın, Malta’yı kutsamasının fotoğrafıdır.
Bu fotoğraf, "Niçin yapmadığını söylüyorsun?" ayetinin, bu hocanın yüzüne çarpmasının fotoğrafıdır.
Bu fotoğraf, özeleştiri kültürünün eksikliğinin koca bir camiayı nasıl da utanç içinde bırakabileceğinin fotoğrafıdır.
* * *
İşte buradan haykırıyorum:
Bundan sonra İslami kesimden her kim bana, "Sen Nişantaşı kafelerini mesken tutmuş bir adamsın" türünden bir eleştiride bulunursa...
Onlara şöyle haykıracağım:
"Hadi oradan! Nişantaşı kafelerine takılmak, Malta’da jet-ski yapmanın yanında cihat gibi kalır... Hadi başka kapıya!"