Paylaş
Atatürk putlaştırılırdı.
Gerçi hâlâ “putlaştırma devam etmeli” diyenler var ama neyse...
Bugün ne oluyor?
Ne olacak?
İktidarda olmadıkları dönemlerde ağızlarını her açtıklarında “biz Atatürk’e değil, Atatürk’ün putlaştırılmasına karşıyız” diyenler, iktidarlarını pekiştirince adına “ecdat” dedikleri yeni bir “put” yarattılar.
“Kanuni’ye laf söyletmem” diyorlar.
“Fatih’in adını ağzına almadan önce abdest al” diyorlar.
“Osmanlı bir saadet asrı idi” diyorlar.
Gitti Atatürk putu...
Geldi ecdat putu...
Şu da anlaşıldı:
“Hiç kimse putlaştırılmamalı” diye bir ilkeleri yokmuş.
“Atatürk putlaştırılmamalı” derlerken...
“Fatih dururken, Kanuni dururken Atatürk putlaştırılmamalı” demek istiyorlarmış.
Kısacası...
Dertleri kişilerin putlaştırılması değilmiş.
Putlaştırılacak kişi konusunda anlaşamıyorlarmış.
Bir put yapımevidir bu memleket...
Kimileri Atatürk’ü putlaştırır.
Kimileri Kanuni’yi, Fatih’i falan...
Bize düşen ise...
Putları yıkacak bir İbrahim beklemektir.
Ne diyordu şair Asaf Halet Çelebi “İbrahim” adlı şiirinde?
“İbrahim / İçimdeki putları devir / Elindeki baltayla / Kırılan putların yerine / Yenilerini koyan kim?”
Yaşam koçluğu yaptık, işe yaradı
“Ücretsiz yaşam koçluğu yapıyorum” başlıklı bir yazı yazmış ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e şöyle seslenmiştim:
“Sayın Bakan... Şu ana kadar sergilediğiniz performansın sizi getirip bıraktığı yer ortada. Artık adınız anıldığında hep bir gülümseme kaplıyor yüzleri. Ya da biber gazı falan geliyor akla. Veya Sırrı Süreyya’nın okuduğu şiir... Buradan küçük adımlarla, küçük rötuşlarla, küçük çabalarla sıyrılma şansınız yok. Radikal bir çıkış yapmalısınız. İdris Naim’den beklenmeyen bir çıkış. Herkese ‘vay be’ dedirtecek bir çıkış. Araştırın, bulun. Ve çıkışınızı yapın. Başka türlü kurtarmayacak çünkü”.
2 Aralık’ta yazdım bunları...
Ve İdris Naim Bey, 6 Aralık’ta inceleme araştırma gezisine gittiği Batman’da bir çıkış yaptı.
Dedi ki:
“Terör örgütü bünyesinde yer alan talihsiz insanlar, o militanlar da nihayetinde ve başlangıcında birer insandır”.
Gerçi bir parça “uzaylı da olsa insan insandır” özdeyişini çağrıştırıyor ama olsun.
Sonuçta “İdris Naim Bey”den pek beklenmeyen bir çıkış bu.
“Yetmez” diyorum ama sonuna hemen ekliyorum: “Evet”.
İdris Naim Bey sen bu yolda devam et.
Başbakan tarihi nereden öğrendi?
BAŞBAKAN Erdoğan tarihi tarihçilere bırakmamaya kararlı görünüyor.
İşte bakın:
“At üstünde 30 yıl” tartışmasından sonra “kardinal külahı” tartışmasını da başlatıverdi.
Şimdi herkesin merak ettiği soru şu:
Erdoğan tarihi nereden ve kimlerden öğrenmiş olabilir?
Bu soruya yanıt bulmak için biraz geçmişe gitmekte fayda var.
Erdoğan’ın tarihe dair görüşlerinin oluşma safhasında Türkiye’de iki tarih anlayışı vardı ve bu ikisi hep çatışırdı:
BİR: Abdülhamit’e “kızıl sultan” diyenlerin tarihi...
İKİ: Abdülhamit’e “ulu hakan” diyenlerin tarihi...
Yani...
Birinin “ak” dediğine diğerinin “kara” dediği bir tarih anlayışı...
Birileri Vahdettin’e “hain” mi diyor, hemen karşılığı verilirdi: “Vahdettin asla ihanet etmemiştir”.
Birileri Fatih’e dil mi uzatıyor, hemen karşılığı verilirdi: “Dedem Fatih, sizin anlattığınız gibi bir insan değildi”.
Birileri Cumhuriyet’i yüceltmek için Osmanlı’yı mı kötülüyor, hemen karşılığı verilirdi: “Osmanlı bir mübarek dönemdir”.
Bir taraf Osmanlı’yı alabildiğine aşağılarken...
Karşı taraf ise aşırı tepkisellikle Osmanlı’yı yüceltirdi.
Alın bakın, Mustafa Müftüoğlu’nun “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” kitabına... Tam bir karşı tezler ansiklopedisi gibidir.
Alın bakın, Necip Fazıl’ın padişahlarla ilgili yazdıklarına... Tam bir tepkisel yüceltme yazılarıdır.
- Alın bakın, Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarına... Tam bir Osmanlı kutsamasıdır.
80’lerde aşıldı bu tarih yaklaşımları...
Herkes “Tarihe ideolojik yaklaşılmaz / Tarihte siyah-beyaz yoktur / Geçmişi kutsamamak gerekir, olduğu gibi kabul etmek gerekir” demeye başladı.
Osmanlı düşmanları yumuşadılar, Osmanlı’yı kutsayanlar eleştirel bakışlar sergilemeye başladılar.
Sanırım Başbakan Erdoğan, işte bu dönemi atlamış durumda.
Belki de geceleri “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” kitabının sayfalarını çeviriyor, gündüzleri de o kitabın verdiği dinç duygularla coşkulu nutuklar atıyordur.
Yaptığı çıkışların başka türlü izahı mümkün değil çünkü...
İlişkilere dair yıkıcı öneriler (2)
Sakın tam teslim olma... Unutma: Teslim alındığın an karşındaki yeni esirler edinmeye doğru yol alacaktır.
Bir devrimciye gönlünü kaptırmamaya gayret et... Bunlar ilişkilerde de “sürekli devrim” prensibine bağlı olurlar.
“Atatürk’ü seviyorum, çünkü çok iyi giyiniyor ve çok yakışıklı” diyen tipler yüzeysel olur. Dikkat et.
Kendilerini “liberal muzırlık” dediğimiz akıma kaptıranlar, özel hayatlarında çok itici olabilirler. Benden söylemesi.
Eğer karşındaki “Eternal sunshine of the spotless mind” adlı filme aşırı tutkunsa kendisine bir mim koy... Zira bu filme hasta olanlarda vardır bir melankoli düşkünlüğü...
İlişkilerde hep “çırağını yere attığı parayla sınayan bakkal” edasında ol. Unutma: Sınamak tanımanın ilk adımıdır.
Seni bulduğu anda bütün arkadaşlarıyla selamı sabahı kolaylıkla kesen kişi, vakti geldiğinde aynı kolaylıkla seninle de selamı sabahı kesebilir. Ona göre.
Bir ilişkiye “altı üstü bir ilişki” demek yerine derin anlamlar yüklemeye bayılan kişiler mutsuz olmaya mahkûmdur... Sen “altı üstü bir ilişki” de ve geç.
Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.
“Kendine ait bir oda”n olsun istiyorsan bir “yancı”ya gönül verme.
Her yerde her zaman hep çift olarak tebarüz etmek isteme... Bunaltırsın.
Başkalarının yanında onu övme... Şımartırsın.
Kadına şiddet ne zaman biter?
NE kampanyalar, ne Fatma Şahin’in çabaları, ne bilinçlendirme gayretleri, ne polisiye önlemler, ne şu, ne bu...
Hiçbiri kadına yönelik şiddetin yok edilmesini sağlamaz.
Ne zaman ki...
Şiddete uğrayan kadınlar değil, şiddete yönelen erkekler utandırılır.
Şiddete uğrayan kadınlar değil, şiddete yönelen erkekler insan içine çıkamaz hale getirilir.
Şiddete uğrayan kadınların değil, şiddete yönelen erkeklerin yüzü kızartılır.
İşte o zaman...
Kadına yönelik şiddet biter.
Paylaş