Paylaş
- Hükümet eleştirisi yapmak serbest değil mi?
- Televizyonlarda iktidara veryansın edilmiyor mu?
- Gazeteler Tayyip Erdoğan karşıtı yazılarla dolu değil mi?
- Muhalefet partileri özgürce propaganda yapamıyor mu?
Sonra da gerinerek soruyor:
“Bu nasıl korku imparatorluğu kardeşim?”
Parmak kaldırıyorum ve bu soruya cevap vermek istiyorum.
* * *
Sevgili yandaş arkadaşım...
Dünyamız her alanda olduğu gibi “korku salma” alanında da önemli değişimler geçirmiştir.
Mesela ortaçağ denilen devirde, tebaanın yüreğine korku salmak için “kazığa oturtmak” gibi bir yöntem vardı.
Sonra günlerden bir gün bütün “korku imparatorları”, kendi aralarında gizli bir toplantı yaparak, “Halklarımızı çok vahşi yöntemlerle korkutuyoruz” deyip yöntemde bir incelik arayışına giriştiler.
“Zindanda çürütme”, “kelle vurma” gibi yöntemler o zaman devreye girdi.
Asırlar geçtikçe “korkutmada incelik” arayışları da sürdü gitti:
Kafayı çıkaranın tevkif edilmesi, imparatorun kıl olduğu kelimelerin kullanılmasının yasaklanması, her vatandaşın peşine bir hafiye takılması gibi daha “medeni” uygulamalar denendi.
Sonra gün geldi, bu yöntemler de aşılıp geçildi.
* * *
Günümüzde literatüre en büyük katkıyı sağlayan “korku salma” uygulamaları ise güzel ülkemizde gerçekleşiyor.
Hepsi “incelikli”, hepsi “nazik”, hepsi “hafiften örtük” korku salma yöntemleri...
Birkaç örnek vermek gerekirse:
- Vergi cezasını medya patronlarına ve iş dünyasına korkutma unsuru olarak kullanma...
- Zavallı annemi bile “Telefonlarım dinleniyor” paranoyasına sevk eden bir iklim yaratma...
- “Her türlü kitap yazmakta özgürsün ama biz de seni Silivri Zindanı’na tıkmakta özgürüz” havasının basılması...
- Gazeteciyi haber yapamaz hale getirecek denli kıstırma...
- Azıcık kafayı çıkaranın pat diye kasetlerinin yayınlanması...
- Kumpaslarla, iftiralarla itibarsızlaştırma operasyonlarının yaygınlık kazanması...
- “Ulusalcılık” adı verilen ideolojiye mensup olan insanların, “Ergenekoncu” diye cezaevlerine tıkılması...
- İtiraz edenin, konuşanın, yazı yazanın, kitap yazanın “Acaba başıma bir iş gelir mi?” kaygısını iliklerine kadar sindirmeyi başarma...
* * *
Sevgili yandaş...
Demem o ki, “Sizi kazığa oturtan mı var kardeşim?” diyerek “Burası bir korku imparatorluğu değildir” sonucuna ulaşmak ne kadar arkaik ise...
“Televizyona çıkıp konuşuyorsun, kitap yazıyorsun, serbestçe muhalefet yapıyorsun... Ne korkusu, ne imparatorluğu?” demek de o kadar arkaiktir.
Unutma: İnsanlığın gelişim çizgisi, “korku salma” uygulamalarının da epey incelmesine yol açmıştır.
Muhafazakârın öylesi ile böylesi
HANEFİ Avcı’nın yazdığı kitap, “muhafazakâr çevre”deki şu “iki farklı karakter”in kendisini göstermesi için bir fırsat oldu:
- BİRİNCİ KARAKTER: Efendice itiraz ediyor, kitapta sunulan delilleri yetersiz, yaklaşımı abartılı buluyor, genelleme yapılmasına karşı çıkıyor, çelişkileri sıralıyor, ağzını ve ahlakını bozmuyor.
- İKİNCİ KARAKTER: Kitabı falan bir tarafa bırakıp Hanefi Avcı’yla uğraşıyor, iftira atıyor, hakaret ediyor, saldırıyor, aşağılıyor, itibarsızlaştırma operasyonu yapıyor, kulağına fısıldanan kıytırık bilgileri milletin kafasını karıştırmak için kullanıyor.
Pera Palas planları
- BİR: Yağmurlu bir günde lobide Falih Rıfkı Bey’in “Çankaya” adlı eserini okuyacağım.
- İKİ: Karlı bir gece bir odasında konaklayıp Agatha Teyze’nin “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” adlı romanından uyarlanan filmi DVD’den seyredeceğim.
- ÜÇ: Kasım ayında, ikindiyin saat beşte otelin pastanesinde Doğan Hızlan’la buluşup edebiyat dedikoduları yapacağım.
Ben sanatçının renk verenini severim
HELAL olsun Orhan Pamuk’a... Helal olsun Adalet Ağaoğlu’na... Helal olsun Müjdat Gezen’e... Helal olsun Sezen Aksu’ya... Helal olsun Fazıl Say’a... Helal olsun Mustafa Erdoğan’a... Helal olsun Gülben Ergen’e...
Cepheleşmenin en sertinin yaşandığı, ortalığın toza dumana katıldığı, yaftalamanın milli spor haline geldiği bir ortamda “Evet” ya da “Hayır” deme cesaretini ve yiğitliğini gösterdikleri için helal olsun.
Açıkça söylüyorum:
“Evet” diyen sanatçı da, “Hayır” diyen sanatçı da cesurdur benim gözümde...
Çünkü...
“Evet” diyen devlet katında itibar kazanma avantajı yaşarken, toplumun yarısının gözünden düşmeyi ve düşmanlığına maruz kalmayı göze alıyor.
“Hayır” diyen devlet katında itibar kaybederken, hükümet yanlısı odakların baş hedefi haline gelebiliyor.
Böyle bir ortamda...
Renk vermeyenleri, ortamı koklayanları, arazi olmayı tercih edenleri, kimseyi küstürmemek ve zerre kadar risk almamak için ağzını açmayanları “bertaraf” falan etmiyorum ama en azından “sinsi” buluyorum.
Paylaş