Geçen gün gazetelerde ‘Kadınların duymak istedikleri yedi iltifat’ başlığıyla yayınlanan listeyi inceleyince, hemen memleketimizin en ‘ünsüz’ komplo teorisyeni Erol Mütercimler’e öykündüm ve aynen şöyle dedim: ‘Hımmm... Bu liste olsa olsa kadınları küçük düşürmek isteyen bir kadın düşmanının işidir.’
Çünkü hiçbir kadın, ‘Bacaklarının nerede bittiğini görmek için gökyüzüne baktım’ ya da ‘Sen olmasaydın seni icat etmek isterdim’ tarzında abuk sabuk iltifatlara kanacak kadar salak değildir. Hele hele ‘Parmaklarını kahvemin içine sokar mısın? Şekerim yok da’ diyen bir erkek, en hafifinden ‘Bırak dalga geçmeyi, kolpacı!’ tepkisini göze almak zorundadır. O halde yaşamlarını bu tür listelere göre dizayn etmeye meraklı hemcinslerimizi uyaralım: Aman bu listeden uzak durun ve sakın denemeye kalkmayın!
İstanbul’un en kalabalık ve en mutena semtlerine bakıp, ‘Eskiden buralar meyve bahçeleriydi’ ya da ‘Ben şu apartmanda doğmuşum’ filan diye iç geçirecek durumda değilseniz İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Taşraya Bakmak’ adlı kitap, tam da size göre. Tanıl Bora’nın derlediği kitapta, yolu bezgin kasabalardan geçmiş bir grup aydının ‘taşra’ üzerine nefis denemeleri var. Kitap; sıkıcı, kasvetli, tekdüze, saf, samimi, boğucu, asude, bağnaz, kavruk taşra günlerimize saygı duruşu yapıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın müthiş fotoğrafları da cabası... Dikkat: Özellikle Yozgat’taki Çamlık Otel’de ya da ‘Çifte bedestenli koca Kayseri’de okunursa etkisi daha büyük olur.
Tiyatro karşısındaki tutumum, Perihan Mağden’in ‘anti-tiyatro’ tezlerinin etkisi altındadır. Bu yüzden hiçbir güç beni, hele sıcak yaz günü, tiyatro salonuna sokamaz. Bu nedenle ‘Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda Yılmaz Erdoğan’ın ‘Haybeden Gerçeküstü Aşklar’ oyununa gitmiş olmam, tiyatro karşısındaki genel duruşuma ihanet sayılamaz. Gelelim oyuna: Konu kadim, espriler kıvamında, oyunculuk süper vs... Ve bütün bunların üzerine oyunu ön sıralarda izleyen İstanbul Valisi Muammer Güler’in, hava biraz serinleyince boynuna bir atkı almasına ve yanındakilere dönüp ‘Boynumuzda kireçlenme var, kendimizi korumazsak ağrı çekiyoruz’ diye dert yanmasına tanık olmak... Kısacası güzel bir geceydi...
Siz de Haşmet Abimiz gibi hislendiğinizde arabaya atlayıp ‘Ver elini Alaçatı’ diyenlerdenseniz işte tam size göre bir yol müziği: Kardeş Türküler’in ‘Bahar’ adlı albümü çıktı. İçinde ‘Çerkesçe’ bir türkü var, bir Yunus Emre ilahisi var, ‘Hem okudum, hem yazdım / Yalan dünya senden bezdim’ türküsü var, unutulmuş Diyarbakır türküsü ‘Bahçada yeşil çınar’ var... Yani kaçırmayın. Ama eğer şiarınız ‘Ne mozaiği ulan’ ise ‘Başbuğ’un kemiklerini bir de siz sızlatmayın ve bu albümden uzak durun.
Türkiye’de ‘belgesel’ denilince akla uzun süredir ‘Genizden gelen sesle okunan şiirsel metinlerin üzerine bindirilen görüntüler’ geliyordu. Fatih Akın’ın çektiği ‘İstanbul Hatırası’ adlı belgesel, birçok güzel tarafının yanı sıra ülkemizdeki ‘tekdüze ve içli belgesel çetesi’ne de bir yanıt oluşturdu. Ne diyelim: Devam inşallah!
Bayburtlu sendromu
BAYBURT’ta klasik müzik konseri dinlemek zorunda kalan ‘zavallı’ Bayburtlunun, ‘Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi’ şeklinde özetlediği o meşhur duyguyu şimdi daha iyi anlıyorum.
Çünkü ‘Doğu’nun Kadınları Festivali’nin Cemal Reşit Rey’deki ‘Kapanış Konseri’nde İranlı kadın sanatçı Susan Deyhi’yi dinlemek durumunda kaldım ve bir büyük zulmün cenderesi altında inim inim inlemek neymiş öğrendim.
O halde zalimin zulmünü tek tek sıralayalım:
1- Daha salona girer girmez burnumuz bol baharatlı etnik parfüm kokusuyla doldu.
2- Konser tam da Doğu’ya özgü ‘Ne acelemiz var abiler’ havasında tam 35 dakika geç başladı.
3- İranlı sanatçı Deyhi, transparan sarı kıyafeti ve kıyafeti tamamlayan başındaki kukuletasıyla ‘Bin yılın rüküşü’ gibiydi.
4- Henüz otantik İran müziğine bile aşina olmamış kulaklarımız, İran müziğinden yola çıkılarak geliştirilen ‘Deneysel İran Cazı’ karşısında ne yapacağını şaşırdı.
5- İranlı sanatçının sahnedeki dansı, şarkıcı olmaya özenen evde kalmış kızların ellerindeki tarağı mikrofon yapıp ayna karşısında yaptıkları dansa benziyordu. Yani o derece sinir bozucuydu.
Bütün bunların üzerine bir de bozuk ses sistemi nedeniyle keman sesine eşlik eden feci gıcırdamalar ilave edilmeli ki ‘zulmün boyutları’ tam olarak belirebilsin.