BUGÜN pazar. Hayır, hayır! ‘Bizim bir duruşumuz var’ diyen genizden sesli, pek hoş benli ‘romantik yazar-duygusal belgeselci’ kıvamında olamadığım için ‘Bizi ilk defa güneşe çıkardılar’ diye devam etmeyeceğim.
Derdim başka:
‘Bugün pazar’ diye başlayacağım ve cümleyi şöyle tamamlayacağım:
‘O halde Hasan Pulur üstada öykünerek bir Bekri Mustafa fıkrası patlatmanın tam sırası...’
Pazar sütunlarını iki Bektaşi, üç Bekri fıkrasıyla dolduran eski üstatların aflarına sığınarak olaya giriyorum.
* * *
Efendim...
İçki, kumar ve kadın üçgenine tutsak olan, üstelik gece 24.00’ten sonra Digitürk’ün ayıp kanallarına dadanan ‘bizim’Bekri’nin köyünde müessif bir ölüm hadisesi olmuş.
Ve fakat...
Bütün imam hatipliler, ‘tıp-hukuk-mülkiye’ gibi mekteplerde okuyarak ‘devleti içeriden ele geçirmenin planları’nı yaptıkları için, ne yazık ki, cenazeyi kaldıracak bir imam bulunamamış.
Belki de devir İnönü devriydi, artık o kadarını bilemiyorum.
Neyse...
Politikayı bırakalım ve fıkraya devam edelim:
Cenaze ortada kalınca köylülerin aklına bizim ‘Bekri’ gelmiş.
Köylüler, ‘Cenaze işini Bekri’ye yıkalım, o halleder’ deyip Bekri’nin yanına koşmuşlar.
O sırada bir taraftan içki içip kumar oynayan, bir taraftan da yoldan geçen kadınları kesen Bekri’ye reddedemeyeceği bir teklif sunmuşlar:
‘Aman şu cenazeyi kaldır, iki aylık Digitürk aboneliğin bizden.’
Aklına RTÜK Başkanı Fatih Karaca’nın antipatik görüntüsünü getirmemeye çalışan Bekri, beleş Digitürk’ün üzerine atlamış.
Ve hemen işe koyulup cenaze işlerini hızlı bir şekilde halletmiş.
Tam ‘rahmetli’yi toprağa verirken, cenazenin üzerine eğilip bir çift söz söylemiş ve mezarlıktan ayrılmış.
Köylüler hemen koşmuşlar ve ‘Yahu Bekri! Cenazeye ne dedin?’ diye sormuşlar.
Bekri Mustafa’nın yanıtı pek bir manidardır:
‘Cenazeye dedim ki: Şimdi sana sorgu sual melekleri ‘Dünyada ne var ne yok’ diye soracaklar. Onlara ‘Bekri köye imam oldu’ de, gerisini anlarlar.’
* * *
Durup dururken Bekri fıkrası patlatacak kadar kıdemli bir yazar olmamanın getirdiği en büyük zorluk, ‘Peki sen şimdi bu fıkrayı niye anlattın?’ sorusuna muhatap olmaktır.
O zaman ‘başa gelen çekilir’ diyelim ve hemen bir gerekçe bulalım.
Efendim, birkaç gündür gündemimizde Fatih Ürek’in ‘Kırkpınar ağası’ olma tartışması var ya...
Amacımız ‘Ben senin Kırkpınar ağası olma ihtimalini sevdim’ havasında giden bu tartışmaya gönderme yapmaktır.
Hani diyorum ki, Bekri’nin fıkradaki son cümlesi şöyle olsa:
‘Cenazeye dedim ki: Sorgu sual melekleri ‘Dünyada ne var ne yok’ diye soracaklar. Onlara ‘Fatih Ürek Kırkpınar’a ağa oldu’ de, gerisini anlarlar.’
Yaşasın Cezayir direnişimiz
SİZ misiniz yılların ‘Cezayir Sokağı’nı, tatsız bir şaka gibi ‘Fransız Sokağı’na çevirerek Cezayirli kardeşlerimizi derinden yaralayan?
Ve içimizde gizli kalmış o anti-emperyalist duyguları açığa çıkaran?
Bir gün gelip, ‘Gün doğdu / Hep uyandık / Siperlere dayandık’ diye marşlar söyleyeceğimizi ve direnişe geçeceğimizi nasıl da unuttunuz.
Bu devran hep böyle sürüp gidecek mi sandınız? Size tokat gibi cevap verecek ‘üç ortak’ pardon ‘üç yiğit’ çıkmaz mı sandınız?
İşte yanıt verildi:
Sokağınızın hemen yanı başında bir ‘direniş anıtı’ gibi yükselen o ‘Cezayir Lokantası’na iyi bakın.
Üç ortaklı bu ‘kafe-restoran’ı, sıradan basit bir ‘mekán’ diyerek geçmeyin, tanıyın.
Orası Fransız Sokağı’na verilen politik bir yanıttır!
Fransız yemekli mönüsü olsa da Cezayir direnişinin kalbinin attığı yerdir...