İlk gençlik yıllarımda Yalçın Küçük’ü biraz ciddiye almıştım.
Durun, hemen "Yuh yani" falan demeyin.
Çünkü iki "baba" gerekçem var:
BİR: O zamanlar komplo teorisi denilince elektriklenmesiyle meşhur bir camianın içindeydim.
İKİ: İlk gençliğimde etrafımdakilerin gazına çabuk gelirdim.
Ancak...
Ne zaman ki "Hoca"nın, "Aydın Üzerine Tezler" adlı beş ciltlik kitabıyla haşır neşir oldum, durumu çaktım:
Karşımızda "serbest çağrışım" metodu kullanarak "dikkat çekme"ye çalışan bir "erken dönem Televole bilim adamı" vardı.
Maksat, "Okudunuz mu? Yalçın Küçük neler yazmış" dedirtmekti ve doğrusu bu işi Hülya Avşar’dan çok daha iyi kıvırıyordu.
Düşünün: 70’lerden falan söz ediyorum!
***
Sonra?
Daha fazla dikkat çekmek isteyen "Hoca",Öcalan’a yamandı ve bir "Apo Bey dostumuz" dönemi başlattı.
Baktı ki "Apo Bey"den hayır gelmiyor, bu sefer memleketin potansiyel olarak en elektrik yaratacak mevzuunu buldu:
Sabetayizm avcılığı!
Hoca kendinden ve alacağı tepkiden o kadar emindi ki, bu işi sersem bir "isim-şehir" oyununa indirgemişti.
Beklediği de oldu: Bu "sersem oyun" müthiş tuttu!
Nasıl tutmasın ki?
Bu memlekette avanak milliyetçisinden kifayetsiz İslamcısına, köken avcılığına merak sarmış solcusundan şaşkın yarı okumuşuna kadar büyük bir çoğunluk şuna inanabiliyordu:
"Temel sorun kimin hangi kökenden geldiği sorunudur."
Böyle bir memlekette Yalçın Küçük "tutturmayacak" da kim "tutturacak"?
Böylece herhangi bir Batı ülkesinde "çatlak profesör" falan diye ti’ye alınması kaçınılmaz olan Hoca, memleketimizde iş yapabildi.
***
Son durum şudur:
"Ne versek gidiyor" kıvamına girmiş olan "Hoca", artık işi iyice şova dökmüş durumda.
Geçen akşam Sky Türk’teki şovunu izledim.
Manzara şöyleydi:
"Reyting Hamdi" ile "Dikkat Şahan Çıkabilir" arası bir kıvam.
Erman Hoca ile Şansal Abi tadında bir söyleşi.
Hele Hoca’nın el çırparak bir sıçrayışı var ki, ben hayatımda böyle "tadından yenmez" bir hareket görmedim.
İzlediğim bölümde Hoca, kırmızı atkısını sallayarak, "Orhan Pamuk’un son kitabının adı ne? Kırmızı! Peki kırmızı nedir? Önemli bir Yahudi kabilesinin bayrak rengi" dedi ve ardından da "Biz beş taş oynamıyoruz burada, üçkáğıtları çözüyoruz" diye haykırdı.
Tabii ben de kendimden geçtim!
***
Bütün bunları biraz da Mazhar Alanson’un dünkü Kelebek’te yayınlanan söyleşisinden yola çıkarak yazdım.
Çünkü gördüm ki yalnız değilmişim!
İşte Mazhar Alanson da Yalçın Küçük’ün kendisiyle ilgili olarak "Gizli Yahudi" falan demesine kafayı hiç takmamış.
Tutmuş, patenti Can Yücel’e ait olduğu sanılan o ünlü vecizeyi, yani "Yalçın Küçük’tür ama mide bulandırır" vecizesini hatırlatarak kafasını bulmuş, ötesine de geçmemiş.
Bu tutum tam isabettir!
Unutmayalım ki:
Artık bir "skeç kahramanı" haline gelmiş olan "Hoca" ile ancak bu şekilde mücadele edilebilir.
Kim kimi anımsatıyor
GÜRTUNA İLE DALAN: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olmanın adama siyasi istikbal sağlayacağı fikri önce Dalan’ı sarmıştı. Demokrat Merkez Parti adı altında bir parti kurdu ama maalesef tutmadı. Dalan da partiyi DYP ile evlendirdi. Gürtuna’da da "Dalan sendromu" oluşmuş olabilir mi acaba?
AĞAR İLE BOYNER: Güneydoğu konusunda açılım getirmesi kendinden hiç beklenmeyen bir isimdi Cem Boyner. Türk burjuvazisinin önde gelen bir isminin risk alması herkesi şaşırtmıştı. Şimdi de Türk güvenlik gücünün sembol ismi olan Ağar, Güneydoğu konusunda getirdiği açılımlarla ciddi riskler alıyor. Ne diyelim? Allah siyasi sonlarını benzetmesin.