OH be! Nihayet en serinkanlı isimlerin bile ‘Sinemadan çıktığımda böğrüme yumruk yemiş gibi oldum, hálá sersem gibiyim’ tarzı çıkışlarla ‘beklenti çıtası’nı acayip yükselttikleri bir gazlamaya maruz kalmadan eli yüzü düzgün bir Türk filmi izleyebildim.
Yavuz Turgul’un son filmi ‘Gönül Yarası’nın bana göre en büyük şansı, ‘Sinemadan çıktığımda ben artık eski ben değildim’ tarzı alaturka bir propagandaya meydan verilmeden, neredeyse sessiz sedasız gösterime girmesidir.
Böylece hem ‘Herkesin ayılıp bayıldığı film bu mu?’ demek durumunda kalınmadı, hem de Türk filmleri için açılması gereken doğal kredi sonuna kadar açılmış oldu.
Daha ne olsun!
***
‘Muhsin Bey’de müzikteki yozlaşmaya karşı umutsuz çırpınışlarla direnen son musikişinası...
‘Eşkıya’da artık dağları başka güçlere bırakmak zorunda kalmış ve hapisten çıkınca kendini şehre atmış bir eski zaman eşkıyasını...
‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde bir zamanlar baş tacı edilen ama şimdi modası geçmiş bir yönetmeni...
‘Züğürt Ağa’da çöken ve tükenen ağalık sisteminin son kahramanını...
‘Gölge Oyunu’nda assolistlerden önce sahne alan ve eski zamanlara özgü güldürü anlayışını temsil eden son komedyenleri...
Yani hep ‘son kahramanları’ anlatan Yavuz Turgul, ‘Gönül Yarası’nda da geleneği bozmamış, yine bir son kahramanın dokunaklı öyküsünü anlatmayı denemiş.
Bir zamanlar fişlenen, sürülen, kendini köy çocuklarına adamış, biraz solcu, biraz Atatürkçü, hem Názım Hikmet’i seven, hem de cumhuriyetin kuruluş ideolojisine sıkı sıkıya bağlı, Emre Kongar kitaplarıyla aydınlandığını sanacak kadar saf, iyi niyetli, idealist öğretmenler vardı.
Gönül Yarası’nda işte o öğretmen neslinin son temsilcisinin emeklilik günlerinde yaşadığı bir İstanbul macerası anlatılıyor.
***
Hem sonuna kadar ‘yerli’, hem de yüzde yüz ‘evrensel’, izleyeni alıp götüren sağlam bir hikáye.
Kendisine karşı acayip önyargılı olduğum Meltem Cumbul’un bile ‘döktürdüğü’nü kabullenmek zorunda kaldığım mükemmel oyunculuk gösterileri.
Biz Türkleri kolayca avlayacak türden hafiften bir ağlatma çabasının ürünü, sonucu baştan belli ‘mendil ıslatan’ bölümler.
Arada ‘Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmeye gerek yok’ tarzı klişelere göz kırpsa da inandırıcı diyaloglar.
İçinde Názım, Piraye geçmesine rağmen ideolojik duruşa zerre kadar prim vermeyen dört başı mamur bir senaryo.
Ve bütün bunların üstüne, biri Neşet Ertaş ustadan, biri Kürtçe olmak üzere dört güzel ve dokunaklı türkü.
***
Ama bütün bunlara rağmen sinemadan çıktığımda ‘böğrüme yumruk yemiş’ gibi olmadım, sadece biraz tasa, biraz keder ve biraz ağırlık çöktü üzerime.
Bu havayı dağıtmak içinse 13 dakika yetti de arttı bile.
Tekrar eski halime dönüverdim.
Sonuç şu: Milletçe abartma huyumuz vardır, aman bu sefer kendimizi tutalım.
Ben sana yoğunlaştım
TELEVİZYONDAKİ çöpçatan programlarının kendine özgü bir dil geliştirmeye başladığını fark ettiniz mi? Geçen gün kanallar arasında dolaşırken rastladım: Damat, gelin ve kaynana adaylarının konuşmalarında sık sık ‘yoğunlaşma’ sözcüğü geçiyordu. ‘Ayşe sen kime yoğunlaştın?’ ya da ‘Ebru, Atakan’a yoğunlaşamadı’ türü cümleler havada uçuşuyordu. Ben ise bu durum karşısında daha fazla ‘yoğunlaşamadan’ bir başka kanala kaçıverdim!