Paylaş
*
BARROSO: Nasıl yani?
*
BAŞBAKAN: Bizde bir “paralel devlet” var.
*
BARROSO: Allah Allah! “Paralel devlet” mi? Nasıl yani?
*
BAŞBAKAN: Ah benim sevgili Avrupalı dostum ah... Resmen sızmışlar canım devlete. Resmen sızmışlar.
*
BARROSO: Nasıl sızmışlar?
*
BAŞBAKAN: Pensilvanya diye bir yer var ya. Bildin mi? Sen say ki orası Alamut Kalesi. Savcı, yargıç ve polis var ya. Sen say ki bunlar da bir tür “Haşhaşi”... Alamut Kalesi’ndeki imam, ananasçı Haşhaşilerine “Sızın” diyor, bunlar da sızıyorlar... Olay budur. Anladın mı?
*
BARROSO: Pek anlamadım ama neyse... Peki ne yaptı bu “paralel devlet”?
*
BAŞBAKAN: Ne yapmadı ki? Ergenekon diye bir şey çıkarıp suçlu suçsuz demeden insanları içeri tıktılar. Türk ordusuna kumpas kurdular. Ülkenin en büyük futbol takımına iftira attılar. KCK operasyonu adı altında binlerce Kürt siyasetçiyi içeri tıktılar. Anamuhalefet liderinin özel hayatına kamera dayadılar. Kitaba bomba muamelesi yaptılar. Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü liderliğinden içeri attılar.
*
BARROSO: Bunların hepsini “paralel devlet” mi yaptı?
*
BAŞBAKAN: Ne sandın ya... Tabii ki hepsini “paralel devlet” yaptı.
*
BARROSO: Peki siz ne yapıyordunuz “paralel devlet” bunları yaparken? Herhalde çok büyük tepkiler geliştirmiş, adamları doğduklarına pişman etmişsinizdir.
*
BAŞBAKAN: Sorma Barroso kardeşim sorma! Biz öyle temiz kalpli, öyle saf, öyle iyi niyetli insanlarız ki... “Paralel” de olsa “devlet”in memleket hayrına çalışacağını düşündük. İnandık bunlara. Kandık. Kandırıldık. Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediğini düşündük. İnsanlığımızın ve iyi niyetimizin kurbanı olduk.
*
BARROSO: Peki ne zaman uyandınız?
*
BAŞBAKAN: Bunlar başkalarına yaptıkları şeylerin aynısını bize de yapmaya kalkışmasınlar mı? İşte o zaman uyandık. Düşünebiliyor musun Barroso kardeşim. Yazar, çizer, futbol adamı, general, gazeteci, Kürt siyasetçi gibi gayet önemsiz kişilere yaptıklarının aynısını benim hayırsever işadamlarıma, benim bakanlarıma, benim bakan oğullarıma, benim genel müdürlerime, benim etrafıma da yapmaya kalkıştılar. İşte o zaman anladık ki bunlar iyi niyetli değil.
*
BARROSO: Yani işin ucu size dokununca mı anladınız bunların “paralel” olduğunu...
*
BAŞBAKAN: One minute Sayın Barroso one minute! Lütfen kendine gel! Ben sandıktan çıktım. Ben milli iradeyim... Benim bakanıma, benim hayırsever işadamıma, benim genel müdürüme, benim bakan oğluma, benim etrafıma dokunmakla generale, Aziz Yıldırım’a, KCK’ya, Ahmet’e, Nedim’e, Başbuğ’a falan dokunmak arasında kocaman bir fark var. Bize dokunmak demek, milli iradeye dokunmak demektir. Bize dokunmak demek, darbe yapmak demektir. Biraz demokrat ol be... Darbeye karşı biraz duyarlı ol.
*
BARROSO: (Şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş bir şekilde) Ama... Fakat... Lakin...
*
BAŞBAKAN: Eğer bir kelime daha edersen sizi de bu ananasçı çetenin içine sokarım. Zaten şu anda gözüme fazlasıyla “dış mihrak” gibi görünüyorsun.
*
BARROSO: Tamam tamam. Bir şey demiyorum. Sadece şunu talep edeceğim: Bari erkler ayrımını ve yargı bağımsızlığını korusanız.
*
BAŞBAKAN: Bize yapılanlar size yapılsa bırak yargıyı kendinize bağlamayı, yargı diye bir şey bırakmazdınız ortada... Ama biz, sizden çok daha demokrat olduğumuz için yargıyı kaldırmıyoruz, sadece kendimize bağlıyoruz.
*
BARROSO: Bari yargıyı çok bariz şekilde kendinize bağlıyor gibi yapmasanız. Hiç değilse görüntüyü falan kurtarsanız.
*
BAŞBAKAN: Sizi mi kıracağız Sayın Barroso! Görüntüyü kurtarırız, merak etme. Yeter ki sizinkiler fazla arıza çıkarmasınlar.
*
BARROSO: Ne olur arıza çıkarırlarsa?
*
BAŞBAKAN: Restimi çeker, postamı koyarım. Putin Beyimiz var... Gider onun Şanghay’ına girerim. Hem o, sizin gibi “erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı...” falan diye “bik bik” yapmaz.
*
BARROSO: (Ne diyeceğini bilemez şekilde) Ama... Fakat... Lakin...
Fotoğraflar çıktı, TIR’lar aklandı mı?
İNSANIN bakmaya dahi tahammül edemediği korkunç fotoğraflar ortaya çıktı.
Esad denilen caninin göz çıkardığı, aç bırakarak katlettiği, işkencenin en korkuncunu yaptığı kanıtlandı.
Gerçi kanıta ihtiyaç yoktu.
Ama görmemekte ısrar eden gözlere sokulması gayet iyi oldu.
*
Peki bu durumda MİT’in Suriye’ye silah dolu TIR göndermesine bir şey denemeyecek mi?
“O TIR’larda ne vardı?” diye soranlara, “Siz bu soruyu sorarak cani Esad’a destek vermiş oluyorsunuz” mu denecek?
*
O zaman sorulmaz mı, “Ne işe yarıyor MİT aracılığıyla gönderilen silah dolu TIR’lar?” diye...
- Esad’ın yaptığı zulmü milim geriletiyor mu?
- Esad’ın zindanlara attığı insanlara yaptığı işkencenin son bulmasını sağlıyor mu?
- Esad’ın katletme potansiyeline bir fiskecik olsun darbe vurabiliyor mu?
Yoksa gönderilen o TIR’lar, tarafların birbirlerini, insanlıktan çıkarak ağır ağır yok etmelerine küçük de olsa bir katkı mı sağlıyor?
*
Bir tarafta cani Esad...
Diğer tarafta ise sahada muhaliflerin patronajlığını ele geçirmiş kafa kesen, damdan adam atan, kalp yiyen bir “El Kaide”.
Soruyorum:
Bu iki canilik arasına sokuşturulan birkaç TIR, hangi derde derman olabilir?
*
Gönderilen TIR’lar...
-Savaşı daha da kızıştırıyorsa...
-Esad’ı alaşağı etmeye yetmiyorsa...
-Rejimin işini bitiremiyorsa...
-En az Esad kadar cani olanların eline geçiyorsa...
Ne anladım ben bu işten?
*
Üç yıl boyunca...
Zulmün bitmesine en küçük bir katkısı olmayan kaçamak TIR’lar göndermek için sarf edilen enerjinin daha azı, zulmün bitmesini sağlayacak daha etkin, daha akılcı, daha hesaplı kitaplı adımlar atmak, mesela dünyayı ayağa kaldırmak için harcansaydı...
Katledilen, işkenceye maruz kalan, kafası kesilen, mülteci konumuna düşen, Esad ile El Kaide arasında sıkışıp kalan mazlum Suriyeliler için daha iyi bir şey yapılmış olmaz mıydı?
Paylaş