Bak Allah ne diyor be hey sofu

DENEYİMLİ gazeteci Uğur Dündar’ın dünkü Hürriyet’te yayınlanan haberini ibretle okuduk.

"Kaplancı" adlı örgütün "Sofular Grubu"nun marifetleri anlatılıyordu haberde.

Sözde İslami devlet düzeni kurmaya çalışan bu adamlar, İslam uğruna anneye dayak atmanın caiz olduğunu söylüyorlarmış.

Yani.

Tam bir "Müslümanlık nerede? Sizden geçmiş insanlık bile" durumu.

Oysa...

Kuran-ı Kerim’de yer alan açık, hem de apaçık bir ayette "Anne babaya öf bile denmemesi" kesin emir olarak yer almıştır.

İşte İsra Suresi’nin 23. ayeti:

"Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ’öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle."

Bu ayetin ardından Konyalı Sofular Grubu’na seslenmemin tam vaktidir:

Ey sofular...

Uğruna mücadele ettiğinizi söylediğiniz "din", size "Anne babanıza ’öf’ bile demeyin" diyor.

Hatta... Bu emir, anne-babanız Müslüman olmasa bile geçerlidir.

Demem o ki...

Önce insan olacaksınız... Sonra Müslüman.

Ama siz bırakın Müslümanlığı, insan bile olamadan...

Tutmuş, İslam Devleti filan kurma hayaline kapılmışsınız.

Oysa...

Sizin kuracağınız devlet, yeryüzünün görüp göreceği en zalim devlet olacaktır.

Sözü uzatmaya gerek yok.

Aslında hak ettiğiniz yanıt şu iki kelimeden ibarettir: "Hadi oradan."

Met Üst’ten bin bir özür

KÖŞE yazarlığına ilk başladığımda "Muharrirlerin Şeyhi" kabul edilebilecek bir meslek büyüğümün dizinin dibine çökerek öğütlerini almıştım.

7 No’lu öğüt şuydu:

"Ey oğul! Sakın internete güvenme. Orada bulduğun her şeyin üzerine atlama. Sonra mahcup olursun."

İşte itiraf ediyorum:

Bir "hercai mürit" olarak bu öğüdü es geçtiğim ilk anda feci tökezledim ve de fena halde mahcup oldum.

Efendim, olay şu:

Siyaset dünyamız "mal varlığı" konulu bir geyik çeviriyordu.

"Ankara’da iki kooperatif. Kuşadası’nda üç arsa. Dört otomobil. İki şirket ortaklığı" türünden listeler havada uçuşuyordu.

Bazı siyasiler ise "Açıklamayacağım işte" diyerek mızıkçılık yapıyordu.

İşte bu geyiğin tam ortasına düştü o liste.

"Can Yücel’in Mal Beyanı" başlığıyla alemin tozunu attıran metin, o kadar şahaneydi ki, liderlerin mal varlığı tartışmasını bir anda anlamsızlaştırıyordu.

Araştırdım, uzmanlara danıştım, kitaplara daldım.

Heyhat!

Mal beyanı’nın Can Yücel’e ait olup olmadığını saptayamadım.

Ve buna rağmen.

Listenin büyüsüne kapıldım, gözümü kararttım ve "Haydi ya Allah" diyerek "Can Yücel’in Mal Beyanı" başlığıyla yayınlayıverdim.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu.

Meğer o liste "Can Baba" değil de sevgili arkadaşımız Metin Üstündağ’a, yani namı diğer Met Üst’e ait değil miymiş?

Ve Met Üst, Penguen Dergisi’nin 79. sayısında "Bir Delinin Mal Beyanı" başlığıyla o listeyi yayınlamamış mı?

Takdir edersiniz ki: Bir mahcubiyet, bir yüz kızarması filan.

Met Üst’ten bin bir özür diliyorum.

Basit gerçeğe dikkat:

Aliye ayrı, Sanem ayrı

ARKADAŞLAR! Sanem Çelik adlı kişiyle "Aliye" adlı karakter aynı değildir.

"Aliye" denilen kişi gerçek değildir, uydurmadır. Aliye’nin kişiliğini "senarist" adı verilen kişiler resmen uydurur. Dolayısıyla... Aliye’nin erdemi, insanlığı, dürüstlüğü filan... Gerçek hayattaki erdeme, dürüstlüğe tekabül etmez.

Oysa...

Sanem Çelik öyle değildir. O günahlarıyla, zaaflarıyla insandır. Hepimiz gibi.

Yani... Sanem Çelik’in evli sevgilisiyle yakalanması karşısında "Bunu bize yapmayacaktın Aliye" demekten vazgeçelim.

Aksi takdirde, filmlerdeki kötü adam Erol Taş’ın gerçekten kötü olduğunu düşünüp taşlamaya kalkışanlara benzeriz.
Yazarın Tüm Yazıları