Paylaş
Bu cemaat, cemaatlerin en garibanıdır.
Biraz oy potansiyeli vardır.
Bu potansiyel yüzünden bazen siyasetçiler, bu cemaate çeşitli kıyaklar yaparlar.
Bu kıyaklara bakıp da “İsmailağa Cemaati, siyaseti teslim almış durumda... Türkiye’yi bu tarikat yönetiyor...” falan türü çıkarımlarda bulunmak, olayı fazlasıyla abartmak ve zorlamak anlamına gelir.
İşte bu yüzden...
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı sıfatıyla İlhan Cihaner’in başlattığı İsmailağa Cemaati’yle ilgili soruşturma için başından beri “Önyargıyla başlatılmış bir soruşturma” dedim.
Ama keşke bıraksalardı da İlhan Cihaner, soruşturmayı sonuna kadar yürütebilseydi.
Adım gibi eminim: Hiçbir şey çıkmayacaktı!
Ne yazık ki bırakmadılar.
Gücü ellerine geçirdiklerini düşünenler, “Bu savcı, bizim borumuzun öttüğü bir dönemde nereden alıyor bu cesareti?” kibriyle olaya yaklaştılar.
Ve İlhan Cihaner’i doğduğuna pişman ettiler:
Soruşturmayı elinden almak için bin türlü numara çevirdiler.
Hukuk oyunları oynadılar.
Yetki savaşına girdiler.
Makam odasını aradılar.
Gözaltına aldılar, tutukladılar, hapse attılar.
Dursun Çiçek olayının içine çekmeye çalıştılar.
Ergenekon’a dahil ettiler.
Ve böylece...
Ortaya dört dörtlük bir mağdur ve mazlum çıkarmış oldular.
Her ne kadar yürüttüğü “cemaat soruşturması” için “alabildiğine önyargılı” desem de İlhan Cihaner için “tipik irtica avcısı savcı” diyemiyorum.
Çünkü...
İrtica avcısı savcılar, “Belki de yürüttüğüm soruşturmadan bir şey çıkmayacaktı” demezler.
Dava dosyalarına mesafeli bir tutum almazlar.
İlhan Cihaner, bir Nuh Mete Yüksel değil, bir Vural Savaş hiç değil.
Onlar gibi baskıcı devlet dilini kullanmıyor.
Şırnak’ta görev yaptığı dönemde Jitem’e savaş açmış, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için adımlar atmış.
Soğukkanlı, bilgili, kültürlü... Sol literatüre egemen.
Yani demem o ki...
İlhan Cihaner’in son dakika formülüyle CHP’den aday yapılması, “Alın işte... Bir Ergenekoncu daha CHP’den aday yapıldı” diye karşılanamaz.
Çünkü Cihaner, “Bir Ergenekoncu daha...” diye nitelenebilecek ve geçiştirilecek bir isim değil.
Tayyip Erdoğan’ın 5 bariz üstünlüğü
GÜNDEM BELİRLEME: Turgut Özal, gündemi belirlemede ve gündemi değiştirmede gelmiş geçmiş en iyi politikacıydı. Fakat Tayyip Erdoğan onu bile geçti. Çünkü Turgut Özal, gündemi değiştirirken hep “tartışmalı” konulara dalardı. Erdoğan ise hem gündemi değiştiriyor, hem de bunu tartışmalı konulara girmeden yapabiliyor. Örnek: Çılgın proje...
MEDYA YARATMA: Bu zamana kadar birçok lider, kendi medyasını yaratmak için girişimlerde bulundu. Ama hepsi ellerine yüzlerine bulaştırdı. Tayyip Erdoğan, tereyağından kıl çeker gibi kendi medyasını yarattı.
İKAME ETME: Bir kesimin oyunu ve desteğini kaybederken bir başka kesimin oyunu ve desteğini alma başarısını gösterebilen yegane lider Tayyip Erdoğan’dır. Örnek: Kürtleri küstürürken milliyetçileri kafalaması...
DIŞARIYI KULLANMA: Bu zamana kadar birçok lider, dış politikayı iç politikada elde edilecek başarılar için kullanmaya çalıştı. Fakat hiçbiri bu alanda Tayyip Erdoğan kadar başarılı olamadı. Örnek: “Avrupa’nın göbeğinde Avrupalılara fırça atan lider” diye anılmak için yaptığı atraksiyon.
ADIM ADIM GİTME: Acele etmiyor, her şeyi bir anda yapmıyor: Önce ekibini kuruyor, sonra mayınlı sahayı temizliyor, temizliği tamamlayınca boşluk bırakmadan duruma hakim oluyor, ardından da kendine ait kılıyor.
O garabetse bu ne?
AK Parti aday listesini “Türk tarihinde gelmiş geçmiş en mükemmel aday listesi” olarak selamlayanlar, CHP’nin aday listesini yerin dibine batırmak için kıyasıya savaşıyorlar.
Diyorlar ki:
“Sezgin Tanrıkulu gibi yıllarca Diyarbakır’da insan hakları mücadelesi vermiş bir insan hakları savunucusu ile Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’ın aynı listede yer alması garabet değil mi?”
Hakkaniyet duygusu, bu soruya şöyle bir cevap vermeyi gerektirir:
Melih Gökçek gibi Kürt sorununda birazcık aykırı gidene “PKK’nın avukatı” diyen, Nâzım Hikmet’i rezil etmeye soyunan bir siyasetçi ile Kürt açılımı yapmaya çalışanlar, Nâzım’dan dizeler okuyanlar aynı partide buluşuyorlar ve “garabet” olmuyorsa...
Sezgin Tanrıkulu ile Mehmet Haberal’ın da aynı listede yer alması neden “garabet” olsun ki?
Beyoğlu’nda gezerken
Galatasaray Lisesi’nin önü, artık “doğal eylem platformu” olarak tescillenebilir. Saydım: Aynı anda tam beş ayrı eylem vardı.
İranlı iki müzisyen gördüm İstiklal Caddesi’nde... Çalıp söylüyorlardı. Kendilerinden bir İran türküsü istedim. Kırmayıp icra ettiler. Sağ olsunlar!
Yolum bir ara Markiz Pasajı’na düştü... Eyvah! Güzelim pasajı, beyaz eşya alışveriş merkezine dönüştürmüşler. Tünele doğru giderken beyaz eşya satın almak! Düşüncesi bile iç karartıcı...
Kim ne derse desin... Eskiden “The Marmara’nın kafesi” diye gittiğimiz mekân, yeni adı ve yeni yapısıyla da eski işlevini görüyor.
Asmalımescit, genç enerjisiyle insanı kendine çekerken tekinsizliğiyle itiyor.
Demirören Alışveriş Merkezi’ni de inceledim. Ben mimariden, tarihi dokudan, kaçak kattan falan anlamam. Bu alışveriş merkezi, her şeyden önce tarihi caddenin ruhuna, özüne, yapısına ve havasına uymuyor. Türkiye’nin en janjanlı, en civcivli, en hareketli caddesinde ihtiyaç duyulmayan tek şey bir alışveriş merkeziydi.
Geçerken Gümüşsuyu denilen semte şöyle bir baktım da içimden geçirdim: Eğer bir gün Nişantaşı’ndan bıkarsam oturacağım tek semt Gümüşsuyu’dur.
Cihangir için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Dünyada kafe artış hızı en yüksek semt Cihangir’dir.
Bırak tiyatroyu sinemaya gel
“TİYATRO ölü bir sanattır” dedik, işitmediğimiz laf kalmadı.
Dediler ki:
“Sen ne anlarsın tiyatrodan. Biraz bu alandaki yenilikleri öğren. Seyirciyle iç içe geçen oyunları izle.”
Seyirciyle iç içe geçen oyunlar mı?
Bu tarz oyunlar, her yerde olur ama bizde olmaz.
Çünkü bizim milletimiz alıngandır, laf kaldırmaz, sahneden kendisine laf atıldığında “Terbiyesize bak sen” der...
Bu nedenle gelin şu tiyatro sevdasından vazgeçip, sinemanın o bol imkânlı, sonsuz güvenli kollarına atalım kendimizi.
Düşünün:
Filmin yarısında Başbakan bile çıkıp gitse filme emeği geçenlerin umurunda bile olmaz.
Bu bile başlı başına sinemanın tiyatroyu ezip geçme potansiyeline işaret etmiyor mu?
Paylaş