Paylaş
Keşke biraz pimpirikli davransaydı.
Keşke biraz kuşkulu yaklaşsaydı.
Keşke almasaydı o hayvanı evine...
*
Oysa Fatma Nur’un annesi, sanki olup bitecekleri öngörmüş gibi uyarmış kızını...
Bakın Fatma Nur, “Twitter” hesabında 2 Eylül tarihinde ne yazmış:
“Şunu bir tek benim pimpirikli annemden duyabilirsiniz: Boş damacanayı kapıya koy, altına da parayı sıkıştır, sucuyla muhatap olma.”
Görüyorsunuz:
Fatma Nur annesini nasıl da fazla temkinli, nasıl da fazla ihtiyatlı, nasıl da fazla paranoyak buluyor.
Ancak yaşanan o acı olay, annenin “pimpirikli” olmakta ne kadar da haklı olduğunu gösterdi.
*
Hiçbir şeyi değiştirmez bu...
Fatma Nur gitti...
Ve giden gittiğiyle kaldı.
Fakat sözümüz geride kalan kız ve erkek çocuklarınadır.
Çocuklar!
Sakın annelerinizi “fazla paranoya yapıyor” diye hafife almayın.
Anneler paranoyalarında hep haklı çıkarlar.
28 Şubat Komisyonu: Gittim, konuştum, geldim
MECLiS 28 Şubat Komisyonu’na bilgi verenler kervanına ben de katıldım.
İzlenimlerimi aktarıyorum:
*
-İçeri bir girdim: Nimet Baş başkanlık koltuğunda... Sağında milletvekilleri, solunda milletvekilleri... Arka sıralar gazeteciler ve dinleyicilerle dolu... Kendimi bir an “The Godfather 2” filminde senatörler tarafından sorgulanan Don Michael Corleone gibi hissettim. Kibir ile tedirginlik karışımı bir yerdeydim yani...
-Soru soracaklar arasında yakından tanıdıklarım var: Feyzullah Kıyıklık orada... Sırrı Süreyya Önder orada... Özcan Yeniçeri orada... Hepsinin yüzünde aynı ifade: “Hep sen mi soracaksın, bu sefer sıra bizde.”
İlk soruyu Nimet Baş sordu. Dersine iyi çalışmış. İnce noktaları yakalamış. Fakat bir sorunu var: Sorusu çok ama çok uzun... Oysa “etkili soru sorma dersi”nin ilk maddesi şudur: Kısa sor.
-Nimet Baş alabildiğine “resmi”, Feyzullah Kıyıklık alabildiğine “babacan”, isimlerini anımsayamadığım genç AK Parti’li milletvekilleri alabildiğine “agresif”, Sırrı Süreyya Önder alabildiğine “anarşist”, Özcan Yeniçeri alabildiğine “muntazam”, CHP’li üyeler ise alabildiğine “dikkatli” idiler.
-Sorular soruldukça bir nokta açığa çıktı: İktidar partisine mensup milletvekilleri “Zulümler 28 Şubat’ta yaşandı ve bitti” dedirtmeye çalışıyorlar, buna karşılık muhalefet milletvekilleri ise “Zulümler bugün de devam ediyor” dedirtmeye çalışıyorlardı.
-Ben iki tarafı da kırmadım... “28 Şubat’ta da vardı bu işler, bugün de var” dedim. “28 Şubat’ta da vardı” derken muhalefet kanadı, “Bugün de var” derken iktidar kanadı memnun olmadı.
-Hatta bir AK Parti Milletvekili “28 Şubat’la bugünü nasıl kıyaslarsın? 28 Şubat’ta gayrimeşru bir odak egemendi, bugünse milletin oylarıyla seçilmiş bir hükümet var” dedi inceden öfkeli bir ses tonuyla... Ben de ona şöyle cevap verdim: “Doğrudur, 28 Şubat’taki güç gayrimeşru idi, bugünkü güç ise sonuna kadar meşrudur. Ama ben bir meşruiyet kıyaslaması yapmıyorum. Yaydıkları hava, oluşturdukları atmosfer, neden oldukları şikâyetlerle ilgili bir kıyaslama yapıyor ve birbirine çok benzediğini görüyorum.”
-28 Şubat’ta sürece direnen tek televizyon kanalının görünen yüzüydüm. Bu nedenle çeşitli itibarsızlaştırma operasyonlarına hedef oldum. İktidar partisine mensup üyeler, bu operasyonları anımsattılar. “Doğrudur” dedim. Ama eklemeyi de ihmal etmedim: “Bugünkü iktidara karşı düşmanlık yapan biri değilim. Bazen eleştiriyorum. Sırf bazen eleştiriyorum diye bugün de çeşitli itibarsızlaştırma kampanyalarına hedef oluyorum.”
-Sonuç? Söylemek istediklerimi söyledim. Müsterihtim. Tarihe geçeceğini düşündüğüm o metin, beni ömür boyu utandırmayacak.
-Tek bir burukluk vardı içimde... Tek bir kekremsilik... O da benden sonra “Sisi” adlı şahsın dinlenecek olması idi...
Ne yapsın Erdoğan?
BAŞBAKAN Erdoğan’ın ilk turda halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilmesi için Yüzde 50’den bir fazla oya ihtiyacı var.
Erdoğan ihtiyacı olan oyu alabilir.
Ancak onun “seçimden yüzde 50’nin epey üzerinde bir oy alarak çıkmak” gibi bir arzusu da var.
*
Bu arzusunun gerçekleşmesi için Erdoğan’ın seçime kadar milliyetçi takılması gerekiyor.
Çünkü “yüzde 50’den fazlası” dediğiniz anda MHP’nin ve milliyetçi kesimlerin oylarına ihtiyaç var.
Erdoğan da bunu yapıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar milliyetçi oyları kendisine çekmek için çaba gösteriyor.
*
Fakat bu politika, şöyle bir sorun doğuruyor:
Erdoğan milliyetçi takılınca Kürtler inceden güceniyorlar.
Daha da önemlisi...
Erdoğan, Kürt sorununda çözümden uzaklaşmış oluyor.
Oğul kaybeden babalar
ERGENEKON tutuklusu eski Rektör Fatih Hilmioğlu da oğlunu kaybetti, BDP Milletvekili Sırrı Sakık da...
Baktım, Sırrı Sakık koşmuş gitmiş Fatih Hilmioğlu’nun oğlunun cenazesine...
Sarılmış Fatih Hilmioğlu’na...
Fotoğrafa bakınca...
Şu cümleyi mırıldandım:
Oğlunu kaybeden bir babayı, en iyi oğlunu kaybeden bir başka baba anlar.
Bayramdan sonra
Pasaportumu yenilemem gerek... “Bayramdan sonra” diyorum.
Uzun zamandır görmediğim dostlarımla buluşmam gerek... “Bayramdan sonra” diyorum.
Diş hekimim Reha “Gel” diyor... “Bayramdan sonra” diyorum.
Seyretmem gereken filmler birikti... “Bayramdan sonra” diyorum.
Küçük bir kaçamak yapacağım... “Bayramdan sonra” diyorum.
İşin daha tuhafı:
Neden hep “Bayramdan sonra” diyorum?
Bilmiyorum.
Abanmayalım Hakan Şükür’e
HAKAN Şükür hedefte...
Neden?
Çünkü hep “Büyüklerim bilir” diyor.
Çünkü oylamalara katılmıyor.
Çünkü arada kayboluyor.
Çünkü imzaladığı yasalardan haberi olmadığına dair güçlü bir intiba bırakıyor.
Çünkü milletvekilliği dışında işler yapıyor.
Çünkü Meclis’te varlığı ile yokluğu arasında fark yok.
*
Hakan Şükür’ün “tek hedef” haline geldiğini görünce...
İnsan ister istemez...
Bütün milletvekillerimizin...
“Büyüklerim bilmez, ben bilirim” dediklerini...
Yasa tasarılarını noktasına virgülüne kadar titizlikle incelediklerini...
Bireysel tutumlarının üzerinde acayip titizlendiklerini...
Kendilerini asla “parmak kaldırıp parmak indiren” olarak görmek istemediklerini...
Düşünüyor.
Baro seçiminde kömür mü dağıtıldı?
BİR avukat okurumdan mektup aldım.
Diyor ki:
“İstanbul Barosu’na rekor oyla başkan seçilen Ümit Kocasakal sadece ideolojik nedenlerle oy almadı. Kafe açtı, aidatları indirdi, avukatlar için servis araçları koydu... Oylar bu nedenle kendisine gitti... Onun aldığı oyların tümünü ideolojik nedenlere bağlamamak gerekir. Sağcılar da ona oy verdi.”
Gülümsedim bunları okuyunca...
Demek ki neymiş?
“Kömür dağıttılar, makarna dağıttılar, öyle oy aldılar” cümlesinin sağı-solu olmuyormuş.
Bazen sağcılar da bu gerekçeye sığınıyormuş.
Paylaş