(NOT: Bu yazı, bu köşede üç yıl önce yayınlandı... O gün için ben "şeker" ile "ramazan" arasındaki sorunun hallolduğunu düşünüyordum...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "Şeker denmez, ramazan denir" şeklinde kestiği raconu görünce, "Demek ki hallolmamış" dedim... Aşağıdaki yazıyı hem bunu yansıtması açısından, hem de Tayyip Erdoğan’ın son günlerde nasıl "milli görüş" çizgisine doğru gerilediğini göstermesi açısından bir kez daha okumakta yarar var diye düşünerek yayınlıyorum.)
"Çocukluğumda ’Şeker Bayramı’ ile ’Ramazan Bayramı’ hiç kavga etmez, kardeş kardeş yaşardı.
Köylüler, eski bir alışkanlığı sürdürürcesine ’Ramazan Bayramı’ derler, şehirliler ise ’Şeker Bayramı’ diyerek şehirli olmanın farkını ortaya koyarlardı.
Ne ’Ramazan’ diyenler bunun altını çizer, ne de ’Şeker’ diyenler ekstra bir vurguya ihtiyaç duyarlardı.
Ayrıca...
Köylümüz, o oturmuş ve rahat lehçesiyle ’Kardeş, bayramın mübarek ola’ filan derken, şehirlerimizin orta sınıf ahalisi ’Bayramınız kutlu olsun’ diyerek köylülere benzemek tehlikesinden kurtulmaya çalışırdı.
’Mübarekçiler’ ile ’kutlucular’ arasında mutlak bir barış vardı.
Gül gibi geçinip giderlerdi.
Çünkü şehirli şehirliliğini, köylü de köylülüğünü bilirdi.
Aradaki fark, ’baklava’ ile ’likör artı kahve’ arasındaki fark kadardı.
* * *
Gel zaman git zaman...
Köylüler, büyük şehirlerin varoşlarını doldurmaya başladılar.
Durumları şuydu:
Ne şehirliye, ne köylüye benziyorlardı.
Potansiyeli fark eden bir mühendis, yanına bir grup modern İslamcıyı da alarak, ’varoş ahalisini kafa kola almak için harekat’ başlattı.
Parola ’cihat’, işareti ise ’yeniden fetih’ idi.
Ve harekat sonuç verdi:
Artık ’Ramazan Bayramı’ denilerek meydan okunuyordu.
Buna mukabil ’Şeker Bayramı’ denilerek de ’Sonuna kadar direneceğiz’ mesajı veriliyordu.
Merkezkaç güçler, ’Ramazancı’, merkezdekiler ise ’Şekerci’ olmuştu.
İşin rengi değişmişti yani.
’Baklava’ ile ’likör artı kahve’ birbirinden nefret ediyordu.
’Kutlu olsun’ diyenler, ’Mübarek olsun’ diyenlerden gıcık oluyor, ’Mübarek olsun’ diyenler ise ’Kutlu olsun’ diyenlere fena halde bozuluyordu.
Saflar ayrılmıştı.
Her alanda baş gösteren savaş, bayram üzerinden de yürütülüyordu.
* * *
İşte buradan müjdeyi veriyorum:
Artık bu savaş bitmiştir.
Gereği kalmamıştır, anlamını yitirmiştir.
Çünkü:
’Merkezkaç güçler’, artık merkeze gelip oturmuştur.
Karşılıklı ödünler verilmiştir, anlaşma sağlanmıştır.
Hazmetme kapasitesi bazen zorlansa ve arada arıza çıksa da, ’baklava’ zafer kazanmıştır.
Buna karşılık ’likör artı kahve’nin de yeniklik psikolojisine kapılmasının gereği yoktur.
İşte Çankaya onlar adına devrededir.
29 Ekim resepsiyonlarında ’eşsiz davetiye’ tarzında eşsiz bir aşağılama yöntemiyle ’iktidardaki merkezkaç güçler’ terbiye edilmektedir.
Yani...
İşin sınıfsal kısmı hallolmuştur.
’Peki işin dini kısmı ne olacak?’ diye soranlara verilecek yanıt basittir: