Magazin áleminin namlı şahsiyetleriyle şöyle ya da böyle polemiğe girmiş olmanın yol açtığı eziklikle daldım ödül töreninin yapıldığı Hilton Oteli’ne...
Kimse fark etmesin diye bir yılan gibi kaydım içeri. Hay kaymaz olaydım! Yüzümü nereye çevirsem, geçmişten bir polemiğin "Haşin ayak sesleri" duyuluyordu! Göğsüm daralıyor, yüreğim sıkışıyordu. Kapıdan girer girmez içine düştüğüm "Kokteyl ambiyansı"nda kendime sığınacak kuytu bir köşe ararken, şunları sayıklıyordum: Fotoğrafçılara poz veren şu kadın Şahnaz Çakıralp değil mi? Ulan acaba hakkında bir şey yazmış mıydım? İşte Gülben Ergen! Aman beni görmesin! Hay Allah, işte İbrahim Tatlıses! Nereye kaçsam şimdi? Dur şurda bir sota var, kendimi oraya atayım. Ama bu bir kábus olmalı, o sotada Lerzan Mutlu var! Kafamı çevireyim bari... Hay bin kunduz! İşte Yonca Evcimik! Kaç oğlum Ahmet kaç! Burası hiç sana göre değil...
Neyse ki bu panik halini çabuk atlattım. Çünkü kendimi "Güneşin sofrasında / Dostların arasında" diye özetleyebileceğim bir ortamın içine atıvermiştim. Ayrıca grup içindeki racon bilir bazı dostlar, şu "Taş gibi" argümanla beni teskin ettiler: "Telaşlanma! Kimsenin seninle ilgilendiği yok. Hem unutma ki magazin álemindeki ilişkiler, uluslar arası ilişkiler gibidir. Ezeli ve ebedi dostluklar ya da düşmanlıklar olmaz". Sakinleşmiştim.
Sonra tılsımlı bir şey oldu ve hava birden tersine döndü: Kerem Alışık ile kırk yıllık dost gibi minik bir sohbet, Okan Bayülgen ile samimi bir temas, Gülse Birsel ile ilk bakışta sıcak izlenimi veren ama kesinlikle mesafeli bir selamlaşma falan... Normalleşmiştim. Hatta üzerime hafiften, kendine acayip güvenli bir Hıncal Uluç havası bile gelmişti. Başka zaman olsa böyle bir benzeşmeden pek hoşlanmazdım ama o ortamda havayı dağıtmaya hiç çalışmadan işin keyfini sürdüm. İçimden "Oh be! Dünya varmış" diyordum.
"Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat" diyeceklere şöyle bir resim çizebelirim: Bir sohbete dalmış gibi yapıp etrafı kolaçan etmeler, bir dakika önce dedikodusu yapılan şahsiyetle coşkulu bir şekilde selamlaşmalar, mevzunun hemen "kim şık, kim rüküş" meselesine gelmesi ve bu alanda yapılan hedefi belli nokta atışlar, "Ben kimseyi takmıyorum, fena halde eğleniyorum" havası basmalar, yeterince fark edilmedim diye etrafı dört dönmeler, bir kameranın ya da fotoğraf makinesinin hedefi haline gelince dudaklara kondurulan muzaffer tebessümler... Kısacası bir kasma-kasıntı hali ki Allah hepimizi muhafaza buyursun.
Ve ödül töreni... Organizasyon hiç fena değil. Salon ferah... Oturma düzeni rahat... En arkada olmamıza rağmen Türkan Şoray’ın manalı bakışlarından mahrum kalmıyoruz. Gerçi rahmetli Atıf Yılmaz’ın, Türkan Şoray’ın manalı bakışlarıyla ilgili olarak yaptığı "O, çay kaşığına da manalı bakar" saptamasını anımsıyoruz ama bunu mesele etmiyoruz.
Tam da gecenin sunucusu Cem Davran’ın pek öyle yaratıcı bir sunuculuk yapmadığını düşünüyordum ki, iş Seda Sayan’ın sahneye çağrılmasına gelince bu yargım birden bire değişti. Hani Nihat Doğan, Seda Sayan’ın yoluna gül döken kuaför çocuğa, "Vay sen benim helalimin yoluna gül dökmeye nasıl cüret edersin ha! Bre aman!" diyerek girişmişti ve Seda Sayan da bu kontrolsüz öfkeye bozulup Nihat’ı aldığı yere geri bırakmıştı ya... Cem Davran işte bu olaya "gönderme" yaparak "Seda Hanım sizin yolunuza gül dökmek isteriz ama bir yandan da korkarız" deyiverdi. Bu matrak göndermeye Seda Hanım’ın yanıtı şu imayı içeriyordu: "Sen benim yoluma gül dökebilirsin Cem, merak etme durumu sağlama aldım". Ben ise bu göndermelerin ne anlama geldiğini çakmanın kıvancıyla dopdoluydum. Bir de "Magazin programlarını seyretmenin ne faydası var" derler.
Gecede pek bir beğendiğimiz "Duman" ve "Yüksek Sadakat" grupları, kendilerine yakışanı yapıp, aldıkları ödülleri en içten duygularla Erkin Baba’ya ithaf ettiler. Ne güzel! Gecenin sonunda Kurtlar Vadisi’nin Polat’ını, yani Necati Şaşmaz’ı gördüm. Espri filan yapmadan, "Keşke siz de aldığınız ödülü Metin Uca’ya ithaf etseydiniz" deyiverdim. Malum, Metin Uca, "Kurtlar Vadisi" meraklısı bir kendini bilmezin çirkin saldırısına maruz kalmıştı. Necati, Metin Uca için çok, ama çok üzüldüğünü vurgulamakla yetindi. Samimiydi. Ne güzel!
Gecede herkes ödül alanlara dikkat kesilmişken biz ödül verenlere odaklanmıştık. Ödül verenler açısından durum şuydu: Mesela Ertuğrul Özkök ne kadar yaptığı işin bilincinde bir görüntü veriyorsa, Doğan Hızlan da o kadar "Allah’ım neydi günahım" havasındaydı. Sahnede Seda Sayan’a ödülünü takdim eden Doğan Bey için hepimizin birleştiği husus şu oldu: "Yabancılaştıma efekti etkisi yapıyor".
Ve gecenin sonu... Neyyire Özkan, Ayşe Arman ve Muhittin Sirer ile birlikte Hilton’un lobisinde "Bir yorgunluk kahvesi içelim" dedik. Lobide bir de ne görelim: Banu Alkan, olanca haşmetiyle koltuğa kurulmamış mı? Üstelik gözünü bizden ayırmıyor! "Severek izliyoruz" demek ile "İyi akşamlar" demek arasında gidip geldik. Sonunda mahcup bir "İyi akşamlar" demekle yetindik. Benim aklımda ise şu vardı: "Televizyon ekranında insan daha kilolu gözükür" yargısını gözden geçirsek hiç fena olmayacak!