ALİ Rıza Demircan hocamızın muhterem mahdumu Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan kardeşimi, boynuna attığı kırmızı atkısıyla İstiklal Caddesi’nde "Sevgi Yürüyüşü" yaparken gördüm.
Arkasında kızlı erkekli gitaristler grubu "sevgi" şarkıları söylüyordu.
Başkan da saçlarını savurarak yürüyor, etrafa gülücükler ve kırmızı karanfiller dağıtıyordu.
Bense bir yandan bu "sevgi gerillaları"ndan kaçıyor, bir yandan da düşünüyordum:
Ne diyeceğiz bu manzara karşısında?
Bazı densizler gibi "Ulan adama bak! Geldiği yeri unutmuş, Aziz Valentin gününü kutluyor. Başımıza taş yağacak" mı diyecektik?
"Ah ne özenti bir tip" tarzında küstahça yargılamalarda mı bulunacaktık?
Misbah kardeşimin imam hatipte okumuşluğunu, babasının hocalığını, düne kadar Aziz Valentin gününü kutlayanlara "günah batağına batmış zavallılar" muamelesi çekmesini filan mı dile dolayacaktık?
Empati hissiyle dopdolu olduğumdan bunların hiçbiriyle ilgilenmedim.
Çünkü ilke basittir:
Herkesin hayatı kendine! Saygı göster ve otur aşağı!
* * *
Benim asıl ilgilendiğim mesele başkaydı.
O "mesele"yi anlatmak için dün İstiklal Caddesi’nde gördüğüm manzarayı biraz daha ayrıntılı bir şekilde anlatmam gerek:
En önde "sevgili" başkan. Arkasında gitaristlerimiz. Onların arkasında "Sevgililer Günü" münasebetiyle gelin gibi süslenmiş kırmızı tramvay.
Ve bu sevgi pıtırcığı kortejin en arkasında da, olayla dalga geçer gibi homurtular çıkaran bir iş makinesi.
Ayrıca yerlerin çamuru kiri.
Ve aylardır süren yol inşaatı nedeniyle aman vermez İstiklal Caddesi.
İşte ben bu yaman çelişkiye kafayı taktım.
Sevgili başkanımızın bu durumu ’doğal veri’ kabul edip, hiçbir şey yokmuş gibi yaparak etrafa gülücükler saçmasına kıl oldum.
Ve içimden Başkan’a şöyle dedim:
Bırak "Sevgi Yürüyüşü"nü de, şöyle sevgisiz filan da olsa doğru dürüst yürünecek bir caddeyi ortaya çıkar.
Çünkü Misbah kardeşimin birinci görevi budur.
* * *
Kıssadan hisse ise şudur:
Bırakalım adamın değişimini, babasını, okuduğu okulu.
Bırakalım, "Hey Hoca’nın oğlu! Ne iş? Nereden çıktı bu Hıristiyan adeti" filan diyerek laf sokmayı.
Siyaset buradan yapılmaz.
Siyaset, dindarın da dinsizin de, sağcının da solcunun da, türbanlının da mini eteklinin de aynı oranda çile çektiği İstanbul’un vitrini İstiklal Caddesi üzerinden yapılır.
Lafı uzatmaya hiç gerek yok.
"Abi sen bu caddeyi berbat ettin mi?" Ettin.
"Millet aylardır çile çekiyor mu?" Çekiyor.
Bitti.
Senin Hoca oğlu olman, değişmen, Valentin Günü’ne takılman, gitaristlerle yürüyüş yapman, gülücük saçman beni hiç mi hiç ilgilendirmez.
İster Sevgililer Günü’nde kırmızı karanfil dağıt, ister Kutlu Doğum Haftası’nda gül.
Ben geçtiğim caddeye bakarım.
Bilmem anlatabildim mi?
Anamı alır giderim
AHMET Kaya’nın "Kafama sıkar giderim" şarkısını bilir misiniz?
Hani Niran Ünsal da yorumlamıştı, hem de damardan.
İşte o şarkıdan söz ediyorum.
Bizim fırlama "Ekşi sözlükçüler", bu şarkıdan aldıkları ayakla, şahane bir metin ortaya çıkarmışlar.
Başbakan’ın "Ananı al da git buradan" sözüne bir tür "Çiftçinin yanıtı" gibi bir şey.
O metni sizinle paylaşmak istedim. Ama heyhat!
Teknik arıza nedeniyle "Ekşi Sözlük"e yeniden dalmam mümkün olamadı.
Ben de çaresiz kendi metnimi ortaya çıkardım.
Galiba fena da olmadı.
İşte "Anamı alır giderim" şarkısının sözleri.
(Dileyen melodisiyle yorumlayabilir. Hiçbir hakkı mahfuz değildir.)
"Artık yanında duramam / Anamı alır giderim / Hesabım kalsın mahşere / Anamı alır giderim.
’Lan’ deme bana yerinden / Arıza çıkarmam derinden / Korumalarının üzerinden / Su gibi akar giderim.
Artık sürersin bir sefa / Harcadın beni ne ala / Artistlik yapmam bu defa / Dişimi sıkar giderim.
Bozar mı sandın fırçalar / Belaya atlar giderim / El kol hareketi çekmeden / Anamı alır giderim.
Kaybetsem bile bütün ürünü / Tarlayı sürer giderim / Sinsice olmaz gidişim / Sloganı patlatır giderim.
Ezdirmem sana kendimi / Gövdemi yakar giderim / Beddua etmem üzülme / Anamı alır giderim.