Paylaş
- EN HORLANANLAR: Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinin haşin bakışlarına maruz kalan BDP’liler.
- EN İLGİ ÇEKENLER: “İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz” pankartı taşıyan HAS Parti’nin başörtülü kadınları.
- EN DİSİPLİNLİLER: Ellerindeki kızıl bayraklarla uygun adım yürüyen devrimci gruplar...
- EN MAHZUNLAR: 1 Mayıs nedeniyle kapatılan The Marmara Oteli’nin altındaki “Kitchenette” ve yanındaki “Starbucks”.
- EN HEYECANSIZLAR: İktidar karşıtı sloganlara pek yüz vermeyen, iktidara yakın işçi örgütü HAK-İş mensupları...
- EN ÖNEMLİ TEMA: En yaratıcı pankartların, en heyecan uyandıran söylevlerin teması haline gelen “şifre” ve “sınav”.
- EN YARATICI PANKART: Tabii ki yine Beşiktaş Çarşı Grubu’ndan... Şöyle: “Mayıs: 1... Sermaye: 0”.
- EN RİTMİKLER: Ellerinde trampetlerle yürüyen kızıl şapkalı kızlar.
- EN YARATICILAR: Ellerinde taşıdıkları “Şimdi başrol dayanışmanın” pankartıyla yürüyen sanatçılar.
- EN ŞIKLAR: Yeni alınan kasklarını ilk kez bu 1 Mayıs’ta deneyen polisler.
- EN NOSTALJİK: 80 öncesinin 1 Mayıs’larını anımsatan, AKM’nin önüne açılan dev “zincirlerini kıran işçi” pankartı.
- EN COŞTURUCU: Kardeş Türküler’in söylediği Aşık Mahsuni’nin “Yuh Yuh” adlı türküsü...
- EN ACEMİLER: Sert sloganlar, disiplinli kortejler, sınırları zorlayan grupların yanında sağa sola bakışan CHP’liler...
- EN PROPAGANDİSTLER: Her zaman olduğu gibi yine çıkardıkları ses, sayılarına göre çok daha fazla olan Aydınlıkçılar...
- EN HAŞİNLER: Her an niza çıkarmaya hazır halleriyle kendilerine “Halk Cephesi” adını veren grup.
Evvel yok idi işbu âdet yeni çıktı
BAŞBAKAN Erdoğan’ın uzun bir süredir geliştirdiği ve yürüttüğü, “Jölen yoksa televizyonda bana soru soramazsın arkadaş” alışkanlığı, ortamı fena halde etkilemiş görünüyor.
Ne zaman bir televizyon programında bir lidere soru sorsak...
Hemen başlıyorlar:
- O soruyu nasıl sorarsın?
- Sıkıysa o soruyu Başbakan’a da sorsana?
- Koskoca liderin karşısında nasıl oturuyorsun sen bakayım?
- Programına çıkmış bir liderin açığını aramaya utanmıyor musun?
* * *
İstiyorlar ki:
Sorularımızı cevaplamak üzere karşımıza çıkan her liderin huzurunda alttan alalım, eziklenelim, jölelileşelim, soruyla övelim, aykırı gitmeyelim falan.
İstiyorlar ki:
Bir liderin sorularımızı cevaplamak üzere karşımıza çıkmasını lütuf olarak kabul edelim.
İstiyorlar ki:
Ellerimizi dizlerimizin üstüne koyalım, gözlerimizi liderin gözlerine dikelim, “fena halde etkilenmiş” gibi yapalım.
İstiyorlar ki:
Üstüne gitmeyelim, açıklarını kapatalım, deşmeyelim...
İstiyorlar ki:
Tiyatro çevirelim.
Kısacası neredeyse eski köye yeni âdet getirilmiş gibi bir durum...
* * *
Madem öyle...
Kadim âdetlerimizi bir bir anımsatmanın vakti gelmiş demektir:
- Bir gazeteci, karşısına çıkıp sorularını cevaplayan lidere minnet duymaz, “ama bana su verdi” duygusuna kapılmaz.
- Lider, efendi değildir. Bu yüzden “Lider karşısında şöyle oturulur” diye bir kuraldan söz edilemez.
- Saygı göstermek ile oturuş biçimi arasında bir bağlantı kurulsaydı, biz bir “saygı toplumu” olur idik...
- Bir gazeteci, sorularını cevaplamak için karşısına çıkan lidere soruyu sorar... O gazeteciye “Sıkıysa bu tür soruları falanca lidere de sor” denebilmesi için, falanca liderin de karşısına çıkması gerekir.
- Bir gazeteciye “O soruyu neden sordun?” denmez. Dikkat kesilmesi gereken unsur, saçma da olsa soru değil, soruya karşı verilen cevaptır.
- Bir lider, yavşak sorular karşısında baştan kaybeder. Bir lider, ancak aykırı sorular karşısında devleşme imkânını elde eder.
- Hem “jöleleme”nin geçer akçe haline getirilmesinden yakınıp, hem de “jöleleme” yapmayana “Sen de azıcık jöleleme yapsana” demek, çelişkinin en yamanının pençesinde kıvranmak anlamına gelir.
Helal olsun Numan Bey’e
HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, şöyle demiş:
“Bir zamanlar bu memlekette camiden çıkıp Amerikan 6. Filo’sunu taşlayan gençleri taşladılar... Camiden çıkanlar o gün o gençlerin yanında olmalıydı:”
İslami kesimden çıkan bir önder kişinin, böyle bir cümleyi sarf edeceği günü hararetle bekleyen biri olarak...
Numan Bey’i ayakta alkışlıyorum.
Haksızsın Reha
MEHMET Ali Ağca demiş ki:
“Mehmet Ali Birand, benimle röportaj yapmak için geldiği İtalya’daki cezaevinden, benden oğlu için fotoğrafımı istedi.”
Bir meczup üfürmesi olduğunu çocukların bile anlayacağı dangalakça bir iftira...
Neresinden baksan sersem bir laf...
Ama bizim Reha, Mehmet Ali Birand’a karşı o denli dolmuş, o denli kinlenmiş ki...
Bu meczup üfürmesini, ağzına sakız etmiş durumda. Yazıyor da yazıyor.
Ama ne yazık ki yazdıklarıyla Birand’ı lekeleyebilmek yerine gradosunu düşürüyor.
Yani yine yazık ediyor kendisine...
Kılıçdaroğlu’na dair dağınık izlenimler
- Dikkat! Gün geçtikçe bedensel olarak zayıflıyor... Eğer böyle giderse korkarım seçim kampanyasının sonunda kendisinden pek bir şey kalmayacak. Yakınındakiler buna karşı acil önlem almalı.
- Şunu anladım: İddia edildiği gibi o kadar da rahat yalan söyleyemiyor. Tevil ederken bile yüzünün hafiften kızarması başka neye delalet eder ki?
- O meşhur “sinirlerini aldırmış gibi” tabirini bir parça revize etsek iyi olur sanırım. Çünkü son zamanlarda öfkesini kontrol etmek için hafiften bir çaba sarf ediyormuş gibi bir hali var.
- Her ne kadar belli kesimler tarafından bir “nefret objesi” haline getirilmeye çalışılsa da, yakından bakıldığında nefret etmek için bir mesnet bulamıyorsunuz.
- En güzel yanı şu: Hakkaniyetsizlik yaptığına dair bir çift kelam edildiğinde müdafaa makamına geçmek yerine durduğu yeri değiştiriyor.
- Bir günde altı miting yapıyormuş. Bir arkadaş, “Her CHP’li onun kadar çalışsa yüzde 30 garanti” dedi. Doğru vallaha.
- Küfür eder mi acaba? Her şeye rağmen bende “küfürbaz bir adam” izlenimi bırakmıyor.
- CHP’nin güçlü olmadığı yerlerde kendisini daha iyi hissediyormuş... İşte bunu tuttum.
- İlk günlere göre: Derlenmiş toparlanmış. Ama hâlâ üstünde liderlerde görmeye pek alışık olmadığımız türden bir naiflik var. İyi mi, kötü mü? Bilemedim.
- Hep çırak kalacak gibi bir izlenim bıraktı bende... Kalfalık, ustalık dönemleri falan olmayacak galiba... İyi mi, kötü mü? Yine bilemedim.
Paylaş