Paylaş
Ancak CHP sözcülerinin kürsüye her çıktıklarında söze “diktatör” diye başlayıp, kürsüden “diktatör” diye inmeleri dikkatimden kaçmadı. Ama bu beni şaşırtmadı. Menderes dönemini izlemedim ama Özal için de aynı şeyi söylüyorlardı. “Diktatör” tanımı dillerine öyle yerleşmiş ki olağanüstü kurultay için imza topladıkları dönemde, Kılıçdaroğlu’nu diktatör ilan etmişlerdi.
Menderes’e, Özal’a ve Erdoğan’a diktatör diyorlar.
Tek parti yönetimine karşı, “Yeter söz milletindir” sloganı ile ortaya çıkan Demokrat Parti, 14 Mayıs’ta yüzde 55.2’yle tek başına iktidar oldu. Ama bu CHP için diktatörlük demekti. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, 26 Ekim 1950 tarihinde parti teşkilatına yayınladığı genelgede Menderes’ten diktatör diye söz etti. Beş ayda ne diktatörlüğünü gördüyse... CHP’nin “diktatör” söylemi, İsmet Paşa’nın “Şartlar tamam olduğunda ihtilal meşru bir haktır” sözü, 27 Mayıs’çıların rehberi oldu. Darbenin devirip idam ettiği Menderes’e diktatör diyenler, yıllarca 27 Mayıs’ı demokrasi bayramı olarak kutladılar.
ÖZAL’A DA DİKTATÖR DEDİLER
12 Eylül’den sonra seçimlere gidilirken, darbeciler emekli General Turgut Sunalp’in başında olduğu MDP’yi kurmuşlardı. Ama millet Özal’ı seçti. 141-142 ve 163’ncü maddeyi kaldırarak tarihe geçen Özal, daha önce darbecilerin göz diktiği Çankaya’ya çıkarak ‘sivil Cumhurbaşkanı’ oldu. 27 Mayıs’ta Celal Bayar’dan sonra kesintiye uğrayan sivil cumhurbaşkanı devri yeniden başladı. Çankaya, darbeci generallerin yeri olmaktan çıktı. Demokrasinin bir rövanşıydı adeta. Demirel, Sezer, Gül ve Erdoğan o yoldan yürüyen sivil cumhurbaşkanları oldular. Ama CHP, darbe ile gelen cumhurbaşkanlarını değil, sivil cumhurbaşkanı olan Özal’ı diktatör ilan etti.
SIRA ERDOĞAN’DA
Şimdi de Erdoğan’a diktatör diyorlar.
28 Şubat postmodern darbe sürecinde anasının ak sütü gibi helal olan oylarla geldiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan alınıp bir şiir okuduğu için cezaevine atılan Erdoğan, büyük bir demokrasi mücadelesi sonucunda 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidar oldu. Partisi iktidar olurken onun seçimlere girmesi engellendi, milletvekili olamadı. Abdullah Gül’ün aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılırken, 27 Nisan’da e-muhtıraya muhatap oldu. 12 Mart’ta olduğu gibi muhtıra yiyen başbakanlar şapkayı alıp giderken, Erdoğan muhtıracılara karşı mücadele etti. 27 Nisan’daki e-muhtıraya 28 Nisan’da sivil muhtıra ile karşılık verdi. Darbe mağduru olan demokrasimiz açısından bu bir kırılma noktasıydı. Hükümeti bırakıp gitmek yerine seçim kararı aldı, 22 Temmuz’da sandıktan zaferle çıktı. Erdoğan muhtıraya karşı dik durunca, millet askere gereken cevabı sandıkta verdi. 1994 İstanbul yerel seçimlerinden 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerine kadar girdiği her seçimi kazandı. Erdoğan bu seçimlere tek başına girmedi. Tarihi önceden ilan edilmiş, her partinin yarışa girebildiği, YSK denetiminde yapılan serbest seçimler sonucunda açık ara farkla iktidar oldu. 3 Kasım 2002’den bu yana Baykal’la, Kılıçdaroğlu’yla, Bahçeli’yle, Ekmeleddin İhsanoğlu, Selahattin Demirtaş, Muharrem İnce ve Meral Akşener’le yarıştı.
Darbe mağduru bir demokrasimiz var. Ancak darbelerden hesap soramazdık. 12 Eylül’ün Kenan Paşa’sını, 28 Şubat’ın generallerini ne zaman yargıladık? Hakkını teslim edelim, Erdoğan döneminde.
Bu ülkede darağaçlarında başbakanlar asıldı. 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunanların hedefinde ise Erdoğan’ı ortadan kaldırmak vardı. Erdoğan, darbecilerin tanklarına karşı meydan okumuş bir lider. Kanlı bir darbeyi püskürtmüş sivil bir Cumhurbaşkanı. Dünya, tankın üzerine çıkan Yeltsin’i alkışladı ama maalesef ki, savaş uçaklarına meydan okuyan Erdoğan’ı görmezden geldi.
CHP’ye göre ise 15 Temmuz’da darbeyi durduran Erdoğan “diktatör”, 27 Mayıs’ta darbeciler idam ettiği Menderes “diktatör”, Türkiye’nin sivil Cumhurbaşkanı Özal “diktatör”.
CHP, darbelere giden yolların taşlarını döşeyen diktatör söylemiyle algı operasyonu yapmak yerine, darbelere karşı ve sivilleşmenin yanında güçlü bir şekilde yer alabilseydi bugün başka bir Türkiye ve başka bir CHP olurdu.
Paylaş