Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Paranoyanın cazibesi

Çocuk annesine seslenir ‘‘akşam deprem olacakmış’’ annesi, ‘‘nerden biliyorsun?’’ dediğinde çocuk, ‘‘arkadaşım söyledi’’ der.

Eh pek güvenilir bir kaynak değil, fakat anneyi bir kuşku sarar. Çocuğuna ‘‘yok canım, sen ona aldırma’’ diyemez. Ya olursa! Zaten şüpheler içini kemirmektedir. Hemen arkadaşlarını arar; ‘‘akşam deprem olacakmış, öyle mi?’’

Telefonun ucundaki ses o sırada böyle bir şey duymamış olsa bile, kafasının içinde daha önce duyduklarını birleştirir ve sanki yeni duymuş gibi ‘‘aaa evet, ben de duydum’’ der.

Zaten duymamış olsa bile ne farkeder? Korkuyla birleşen düşüncelerin yarattığı paranoya günün her hangi bir saatinde depremi beklemektedir. Bunun sonucunda kuşkularını besleyen olaylar yeni paranoyaları yaratır.

Okullar açıldığı gün kapanır. Yapılan her açıklamanın altında kuşkuları besleyen ipuçları aranır.

‘‘Devlet bize sahip çıkmayacak.’’ derken ‘‘bilim adamları bizi kandırıyorlar’’ ya da ‘‘bilim adamları da bir şey bilmiyor’’ sonucuna ulaşırlar. Öte yandan falcılardan medet umup korkularını dile getiren kim varsa, itibar gösterirler.

‘‘O şunu demiş’’ ‘‘biliyor musun, falanca yıllar önce bunu söylemiş’’ ‘‘kuranda bunların olacağı yazılıymış’’ ‘‘filanca bütün bu olacakları rüyasında görmüş’’ ‘‘fayın hepsi kırılmamış, asıl daha büyüğü gelecekmiş, bilim adamları böyle söylüyormuş’’ ve daha buna benzer neler neler...

Bütün bunlar iyi hoş da, ‘‘çözüm’’ nerede?

Ön görüşler ne işe yarıyor? Pratikte bize ne çeşit yarar sağlıyor?

Akıl, yaklaşmakta olan sorunları gördüğü halde bir tedbir geliştiremiyorsa, ya küfür ediyor! ya da hayallerin yarattığı kuşku girdabına sokuyor!

Bu konuda yöneticilerimizden yazarlarımıza, bilim insanlarından kapı komşumuza kadar (Allah hiçbirinin eksikliğini göstermesin) paranoyayı fişeklemekten başka bir şey yapmıyorlar.

Sanki korkmaktan, korkutmaktan gizli bir zevk alıyorlar.

Sanki bilincimizin derinliklerinde kara mizahtan zevk alan bir yanımız var da böylesi bir anı beklermiş gibi yattığı pusudan çıkmış! izlenimi veriyor.

Elbette ki, işin esası bu değil. Bunlar olsa olsa, bizim sahip olduğumuz zeka ve duygu potansiyelimizin yan ürünü olabilir.

İşin esası; sahip olduğumuz zeka ve duygunun birleşiminden ortaya çıkan sonuç. Yani ‘‘paranoya’’

Düşünen insanın hastalığı ‘‘paranoya’’ bulaşıcı bir virüs gibi hızla yayılıyor.

Korkuyla birleşen düşüncenin yarattığı kuşkular sonucunda davranışlarımız da tuhaflaşıyor.

Bütün ihtimalleri büyük bir hızla düşünebilecek hale geliyoruz ve bunların arasından en kötüsünü seçip ‘‘olacak’’ diye beklemeye başlıyoruz. Buna ‘‘öküz altında buzağı aramak’’ derler. Aslında ‘‘arıyor’’ olmak iyi bir şey. Bu, zekanın bir göstergesi. Fakat, şimdi biz işi daha da ileri götürmüş durumdayız. ‘‘Öküzün altında mutlaka buzağı var’’ diyoruz. Bu da yetmezmiş gibi etrafımıza da bunu bulaştırıyoruz.

Şimdi diyorum ki, derhal bu halden çıkalım. Paranoyanın kıskacından kurtulalım. Yaşadığımız felaketlerin altında ‘‘günah, sevap, şeytan, allah, ceza’’ aramıyalım. Daha büyük felaketleri beklemeyelim. Bunlar bizim yolumuzu şaşırtır.

Yaşadığımız felaketin ‘‘büyük bir tecrübe’’ olduğunun ‘‘anlayış’’ına varalım. Zeka ve duygu potansiyelimizi içinde bulunduğumuz zor durumdan çıkmak için kullanalım. Tedbir ve çözüm üretelim ve bunları yapabilecek potansiyelde bulunanları harekete geçirelim.

Şimdi, kuşkuların yarattığı endişe ve kavgalardan uzak durma zamanı. Şimdi, sevgi ve yüksek bir anlayışla yardım etme zamanı. Öncelikle de kendimize!

Kendinizi paranoyanın cazibesinden kurtarın. Kendine faydası dokunmayanın kimseye faydası dokunamaz, diyorum, Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları