Yağmur yüzünden uçak kaçırdım kabak Parrot’un başına patladı

Kuvvetli yağmur yağacak dendi tamam da, kimse İstanbul’u sel alacağını, yolların kapanacağını, trafikte mahsur kalınacağını söylemedi...

Aradan bunca yıl geçti gene hava muhalefeti yüzünden uçak kaçırdım iyi mi? Oysa aklımda piyasaya yeni çıkmış Parrot adlı hoparlörler üzerine yazmak vardı.

Uçak kaçtı iyi mi?
Bir kez, o da havaalanı yolu kardan kapanıp ne ileri ne geri ilerlemeyen trafiğin ortasında mahsur kaldığımda uçak kaçırmış, saatler sonra gitti bilet parası diye yüreğim yana yana havaalanına vardığımda bütün yolcuların benimle aynı akıbeti paylaştığını, o yüzden de biletlerimizin yanmadığını öğrenip üstüne bir de istersek, bir sonraki seferle gidebileceğimiz söylendiğinde sevinçten zil takıp oynamıştım.
Fazla erken sevindiğimi nereden bilecektim?
Artan kar yağışından ötürü çileli bir dönüş seferi yapacağımı sabah çıktığım eve ancak gece yarısı varacağımı...

O KAR İSTANBUL’U BİR HAFTA ESİR ALDI

Ertesi gün karın yerini tipinin aldığını görünce kuşkulanıp yüzlerce kez havaalanını aramaya çalışacağımı, telefonun bir kez bile açılmayacağını, ya Allah bismillah gene yollara koyulacağımı, saatler süren çileli bir maceradan sonra havaalanına varacağımı ve vardığım anda seferlerin iptal edildiğini öğrenip saçımı başımı
Yağmur yüzünden uçak kaçırdım kabak Parrot’un başına patladı
yolacağımı elbet bilemezdim?
O kar bir hafta yağmış İstanbul’u esir almıştı...
Yıl 1986 olmalı.
Aradan bunca yıl geçti gene hava muhalefeti yüzünden uçak kaçırdım iyi mi?
Kuvvetli yağmur yağacak dendi tamam da kimse İstanbul’u sel alacağını, zincirleme kazalar olacağını, yolların kapanacağını, trafikte mahsur kalınacağını söylemedi...

BİR SONRAKİ SEFERE DAHA BEŞ SAAT VAR

Ama olanlar malum...
Saç baş yolmadım bu kez, baktım bir sonraki sefere önümde daha beş saat var oturdum kuzu kuzu, bu yazıyı yazmaya koyuldum.
Aklımda geçtiğimiz haftalarda tanıtımına gittiğim, piyasaya yeni çıkmış Parrot adlı hoparlörler üzerine yazmak var...
Yazıyı da eski bir anıya dayandıracağım.
1970’lerin ortalarında Ertuğrul (Özkök) doktorasını bitirip de Paris’ten dönerken biriktirdiği parayı son kuruşuna kadar bir çift hoparlöre yatırmıştı. O kadar son kuruşuna kadar yatırmıştı ki cebinde o devasa hoparlörleri bir taksiye koyup da eve götürmek için metelik kalmamıştı. Taksiden geçtim, metroya binecek parası da yok. Elin adamı işini ciddiye almış, bizimki “kargoya vereceğim” dediği için zaten heybetli olan iki hoparlörü öyle sarıp sarmalamış ki, değil iki eli, ahtapot gibi sekiz kolu olsa tek başına taşıması imkansız.

PARİS’İN BİR UCUNDAN DİĞER UCUNA TAŞIDIK

Acil yardım ekibi olarak biz o noktada devreye girmiştik. Cebimizdeki son kuruşu metro biletlerine yatırıp yardımına koşmuş her biri omuz hizasına kadar Ertuğrul eden o iki mereti Paris’in bir ucundan öteki ucuna münavebeli olarak kucağımızda taşımıştık.
Gösterdiğimiz şefkatin karşılığını da gani gani aldık ne yalan.
Yıllarca çıtlamadan, cızırdamadan ses vermeyi sürdürdü o garipler.
“Sonra devir değişti, ortaya daha iyi olduğu söylenen modeller çıktı, Ertuğrul kendine yeni gözdeler buldu diye” yazıya başlayacak Philippe Stark’ın tasarımını yaptığı Parrot’lara gelene kadar hoparlörlerin geçirdiği değişimlerden dem vuracak, bunların önceleri niye büyüdükçe büyüdüklerine, sonradan küçüldükçe küçüldüklerine, niye bir dönem anoreksiyaya tutulmuş gibi inceldiklerine, niye bir ara top gibi şiştiklerine akıl sır erdiremediğimi yazacak, Parrot denilen ve mükemmel olduğu söylenen bu yeni nesil hoparlörün de neden babadan görme megafon biçiminde oldukları üzerine yazacak, bu haftanın bir kutusunu da tanıtım kokteylinde yapılan çekilişte bir yakınıma çıktığı için inceleme fırsatı bulduğum Parrot’lara ayıracaktım.
Ne o?
Barcelona yolcuları için son çağrı mı dedi biri?
Kalk Figen kalk...
Yağmur yolunu kesti uçağı kaçırdın tamam da ikinciyi de havaalanında otururken kaçırırsan derdini kimseye anlatamazsın.
Bırak bu hafta yazın yarım kalsın...
Yazarın Tüm Yazıları