Vardı da biz mi seçmedik?

BEKİR Coşkun...

Klasik bir deyişle, her yazısının altına imzamı atarım. Ama bunu söylerken bir tedirginlik duyuyorum. Biri çıkar da ‘‘Lütfettiniz’’ derse diye. Kendisi demez ama, bunu biliyorum.

O benim idolüm. Daha önce de yazdım, bir gün onun gibi olmak istiyorum.

Yani sadeleşmek... Hem yazıda, hem hayatta.

Az ama öz yazabilmek...

Bu meslekte sıkça düşülen duruma düşmemek... Nedir o? Okur, siyasetçi, sanatçı, yönetici, işadamı... Herkesin elbirliğiyle havaya sokması neticesinde alçak dağları yarattığına inanmak, ortalıkta ‘‘Kaderiniz kalemimin ucunda’’ diyen bir edayla dolanmak. Hem ayıp oluyor, hem komik duruyor. Hem ileride köşe elden gitti mi eşekten düşmüşe dönmek de var.

Ama niyet etmekle, istemekle olur mu bunlar, o da başka. ‘‘Sonradan görme’’yi biliyoruz da, ‘‘Sonradan hazım’’ da oluyor mu...

Fakat çok şükür şunun farkındayım ilk günden beri: Değerli olmak için ‘‘Tam sayfa yazarı’’ olmak gerekmiyor. O önemli olmanın şartı galiba Türkiye'de, öyle görünüyor.

Her zaman şaşmışımdır, neden Bekir Coşkun'un önüne açık çekler gitmez, gazeteler yarışmaz kapmak için... Gerçi belki de oluyordur ama o mütevazılığından ağzına almaz ki haberimiz olsun...

Ama eğer hakikaten gitmiyorsa öyle dudak uçuklatacak transfer teklifleri falan, şundandır: ‘‘İnsanlar kendilerinde mevcut ölçüyle Bekir Coşkun adındaki 'değer'i tespit edemiyor.’’

Bu cümleyi fotoğrafçı İlker Maga'dan çaldım. Tek farkla. O, Bekir Coşkun yerine Ara Güler demiş.

Ne doğru laf ama değil mi?

Düşünüyorum da bazı insanların yanında kendimi salak gibi hissetmemin altında da bu yatıyor olabilir. Demek salak olan ben değilim.

***

Neyse, yine başka sokaklara sapmayayım.

Diyeceğim şu:

Bekir Coşkun altına imza atacağım bir yazı daha yazmış salı günü. ‘‘Parolayı unutmayın...’’

Nedir parola?

‘‘Çalsın ama iyi yapsın.’’

Millet olarak oy verirken ‘‘Çalsın ama iş yapsın’’ diyormuşuz.

Evet, aynen öyle. Çünkü öyle demesek şöyle demek zorundayız: ‘‘Hem çalsın hem de iş yapmasın.’’

Yani ‘‘Çalmasın, iş yapsın’’ diye bir seçenek yok. Önümüzdeki iki kötüden daha az kötü olanını seçiyoruz mecburen.

Bu noktaya tepeden inme gelmedik elbet. Her partiyi, her görüşten adamı denedik. Baktık en güvendiğimiz bile çalıyor. Çalmayan yok. Kimi kendine, kimi etrafına, kimi cemaatine... Demek Türkiye'de bu işin raconu bu. ‘‘E, iş yapsın hiç olmazsa’’ diyoruz artık. Üstüne üstlük yan gelip yatan pişkinler de var çünkü.

Dürüst, namuslu başkanlar, adaylar da var tabii, ama nüfusları az. Oysa 81 tane il var Türkiye'de. 800 kadar da ilçe vardır herhalde. Beldeler de var. Yetmiyor yani, denk gelmiyor. Onun için birçoğu maalesef ‘‘çalacak ama iş yapacak’’.

Zaten adaylıktan başkanlığa giden yolun maddi manevi ne meşakkatli olduğunu görünce ucunda hizmet aşkından başka şeylerin de olduğunu düşünüyor insan. ‘‘Vatan Millet Sakarya’’ nutuklarının numara olduğunu çoktan anladık zira. Anlattılar eksik olmasınlar elbirliğiyle.

Netice olarak, önümüze konan bu, sevgili Bekir Coşkun. O ünlü sözden esinlenerek ‘‘Sırf iş yapmaya talip olan vardı da biz mi seçmedik?’’

MIŞ-MUŞ

Rüzgárda Boğaziçi ve Fatih köprülerini unutacakmışız.

Zenginlik işte... İki tane yazlık köprümüz oldu.

Fatih Terim'den sonra Şenol Güneş devri de bitmiş.

Nankörlük devri ise dünyanın sonuna kadar baki.
Yazarın Tüm Yazıları