Tuvaldeki develer

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Dün sabah Yavuz Tanyeli’nin Yapı Kredi Beyoğlu Sanat Galerisi’ndeki resim sergisini gezdim.

Böylece güne güzel başlamış oldum. Sanatın bir sevinç ve mutluluk kaynağı olduğu gerçeğini bir kere daha hatırladım.

Üstelik ressamı öyle yakından tanıdığım yok. Elbette bu Yavuz Tanyeli’nin sorunu değil. Onu şimdiye kadar tanımamış olmak benim eksikliğim. Dün işte bu eksikliği giderdim.

Tanyeli’nin resimlerine bakarken üç tablo dikkatimi çekti. Rastlantıya bakın ki, sevgili Enis Batur katalogdaki yazısında bu üç resme işaret etmiş. Bunlar 'Deve ile Deveci', 'Sonbaharda Gümüşlük' ve 'Köy Üzüntüsü'.

Çocukluğum deve güreşleriyle, kervanlar halindeki develeri seyrederek geçtiği için Tanyeli’nin develi resimlerine bir başka ilgiyle baktım. Ama asıl önemlisi, bu resimlerde devenin ve devecinin, iki büyük yalnızlığın koskoca dünyada tokuşması.

'Sonbaharda Gümüşlük' ise kalın sisin içinde dondurulmuş bir albüm karesi olarak nitelenmiş. Beni de bu 'donmuşluk' çok etkiledi. Hele kırmızılı bir kadın var ki, sanki Gauguin’nin tablolarından çıkıp gelmiş gibi.

Nihayet 'Köy Üzüntüsü'nde doğa ve insanın müthiş bir uyum içinde biraradalığı insanı gerçekten etkiliyor.

Bir resim sergisi için söylenecek elbette çok daha fazla şey olmalı. Ancak en iyisi gidip görmek. Çünkü resmi anlatmaya söz hiçbir zaman yeterli olmuyor.

Salah Birsel'in ardından

İstanbul'u en güzel anlatan kalemlerden biri dün yazmaya son verdi.

Salah Birsel aramızdan ayrıldı.

Kitapları elbette hep bizimle birlikte olacak. Onun şiir, edebiyat ve sanat dünyasının penceresinden seyrettiği İstanbul'a ait izlenimlerini bizlerle paylaşmış olması büyük bir cömertlikti. Umarım bunu takdir edenler çoğunluktadır.

Bir edebiyatçının arkasından sıradan bir ölümlünün bir şeyler söyleyebilmesi çok zor.

Hayat hikayesine tekrar baktığımda benim dikkatimi çeken, önce Salah Birsel'in Bandırma doğumlu olmasıydı. Ardından da çocukluğu ve ilkgençliğini İzmir'de geçirmiş olması. Salah Birsel ancak üniversite yıllarında İstanbul'la böyle içli dışlı olma fırsatını buldu.

Oysa biz onun kıvrak kaleminden, şenlik dolu üslubundan akıp giden sözcüklerle Beyoğlu'nu, Boğaziçi'ni, İstanbul kahvelerini daha iyi tanıyıp sevdik.

''Kahveler Kitabı'', ''Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu'', ''Boğaziçi Şıngır Mıngır'', ''Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi'' ve ''İstanbul-Paris'' Birsel'in Salah Bey Tarihi dizisinin kitaplarıydı. Burada yazar kendi gözlemleriyle İstanbul üzerine yapılmış araştırmaları kendine özgü üslubuyla çok hoş harmanlamıştı.

Böylesine edebiyatçıların, şairlerin, sanatçıların İstanbul'a gönül vermiş olmaları bu kentin en büyük şansı.

Yazarın kaleminden, ressamın tuvalinden, fotoğrafçının objektifinden İstanbul çok daha güzel.

Aşık Shakespeare

Şöhret ve reklam yanyana gelince insan bunların etkisinden kurtulamıyor. Haftasonunda 'Aşık Shakespeare' filmini seyrederken hep bunu düşündüm.

Shakespeare zamanın ötesine geçmiş bir ozan. Film on üç dalda Oscar adayı. Üstelik eleştirmenler filmi bir komedi olarak nitelemişler.

Seyrettiğim film ise kostümleri, dekoru ve tempolu akışıyla elbette belli bir kalite çizgisinin üzerinde. Ancak, filmde söylendiği ölçüde bir derinlik bulamadım.

Böylece büyük bir şairin anısına saygısızlık sayılacak kadar sıradan bir film çıkmış ortaya.

Oysa dün yemekte birarada olduğum dostum Atilla Dorsay, filmin birçok incelikle dolu olduğunu söyledi.

Tuğrul Eryılmaz ise Shakespeare'in gökyüzünden yeryüzüne indirilmesini olumlu bir özellik olarak niteledi.

Filmi daha seyretmemiş olanlara duyurulur.

Yazarın Tüm Yazıları