Türkiye, doğrusunu yapıyor...

Ankara’nın bölgedeki 5 ülke ile Saddam’a son bir uyarıda bulunma girişimine Washington’ un bir itirazı olamaz. Amerika’ nın tek derdi, planlamanın gecikmemesi. Zira bunun da Saddam üzerinde önemli bir baskı yarattığına inanıyorlar.

Hükümette garip bir duyarlık var.

Sanki Türkiye’ de savaş isteyenler çoğunlukta imiş ve Gül’ ün boğazına basılıyormuş gibi bir hava yayılıyor. Oysa basına bakıyorum, kimselerin savaş istediği yok. Tam aksine, yapılan tartışmalar bu tehlikenin ortadan kaldırılma yolları üzerinde yoğunlaşıyor. Saddam üzerinde ne kadar fazla baskı olursa, Irak liderinin tutumunun bu oranda değişeceği varsayımından hareket ediliyor.

Ankara’nın bölgedeki 5 ülke (İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün) ile ortaklaşa gerçekleştireceği girişim işte bu yönden son derece önemli.

Saddam acaba dinler mi ?

Uyarıları dikkate alır mı?

Ben, pek sanmıyorum.

Bu girişim acaba Washington’ un kararını değiştirebilir mi ?

Bunu da sanmıyorum.

Ancak yine de Ankara’nın bu inisiyatıfı yerindedir. Bütün imkanları sonuna kadar kullanmak şarttır. Seyirci kalınması söz konusu olmamalıdır.

Washington’ un teknik askeri planlamaların başlatılması konusundaki ısrarını da galiba biz farklı değerlendiriyoruz. Amerikalılar, askerler arasındaki görüşmelerle gerçekleştirilecek teknik planlamanın, Saddam’ı baskı altına alacağına ve belki de kararını etkileyeceğine inanıyorlar. Herne kadar bu senaryo, Washington’daki birçok planlamacının uykusunu kaçırıyor ise de, işler ciddileştikçe Saddam’ ın durumunu yeniden değerlendireceğini ileri sürüyorlar.

Biz ise farklı düşünüyoruz.

Teknik planlama , “ elini verdin mi, kolunu kaptırırsın” anlamına çekiliyor.

Ankara ile Washington arasındaki temel değerlendirme açısından bir diğer fark daha var ki, ilişkilerdeki gerilimin temelinde yatıyor.

Bush yönetimi yetkilileri, Irak ile savaşın çok çabuk ve son derece az bir kayıpla biteceğine inanıyorlar. Bunun gerçekleşmesi için de, Türkiye üzerinden Kuzey cephesinin açılmasında ısrar ediyorlar. Bu cephe olmadan savaşın kısa ve az kayıplı sonuçlanmayacağını ileri sürüp, Türkiye’ ye baskı yapıyorlar.

Gül ve çevresi ise, tam aksine ne yapılırsa yapılsın bu savaşın çok uzun ve kanlı olacağına, bölgeyi karıştıracağına ve terörü arttıracağına inanıyor. Bundan dolayı da, elinden geldiği oranda savaşı engellemeye çalışıyor.

Bu farklı yaklaşımlar, her iki ülke’ nin temel yaklaşımlarını etkiliyor ve ister istemez gerilimi arttırıyor.
* * *

PKK SALDIRDI DİYE, MEMNUN OLANLAR VAR

Hepimiz rahatlamıştık.

Kötü bir rüya’ nın bittiğini sanmıştık.

Kurulan barış havası içinde, Kürt kökenli vatandaşlarımızı ilgilendiren son derece önemli yasalar TBMM’ den kolaylıkla geçebilmişti.

Son günlerde ise, PKK veya yeni adıyla KADEK yine bayrak göstermeye başladı. Lice civarında çıkan çatışmada yine kan döküldü.

Beni en çok ürküten nokta, bu olay nedeniyle , cephenin her iki tarafından da bazılarının adeta sevinir gibi davranmaları.

KADEK kampındakilerin bir bölümü “işte eski kahramanlıklarla dolu dönem geri döndü” çığlıkları atıyorlar. Sanki işler yine açılmış ve bu beyler, ellerine silah verdikleri gencecik insanları yine ölüme sürebilme olanağı bulmuşlar. Çatışmaların başlamasıyla birlikte, kendilerine yeniden kaynak akımı başlayacağı ümidiyle heyecanlılar.

Türkiye’ de de bazı kesimler aynı hava içindeler.

Sanki “özlemiştik, nerede kalmışlardı” der gibi bir halleri var. PKK veya KARDEK’ in silahla ortaya çıkışı, bu kesimlerin gizli bir memnuniyet duymalarına yol açıyor. Belki de çatışmayı körüklemek için kışkırtmaya dahi giriyorlar. Zira bu şekilde eskisi gibi, hem para kaynakları , hem de etkinlikleri artacak.

Her iki taraftaki meraklıların unutmamaları gereken bir nokta var. O da, toplumun tekrar eskiye dönmek istememesi. Terörün getirdiği yıkım ve gerilimin artık bıkkınlık getirmesi.

ÖDÜL ALMANIN DAYANILMAZ KEYFİ...

Oğuzkaan Koleji öğrencileri bana hayatımın en güzel ödüllerinden birini verdiler.

Kendi aralarında her yıl yaptıkları seçimi bu yıl medya dalına ayırmışlar. Son derece ciddi bir seçimden söz ediyoruz. Sandıkların kurulup, 600 civarındaki öğrencinin okuduğu kolejde seçim sonunda bu yılın ödülünün bana verilmesi çıkmış.

Gencecik bir kuşak, “gançliğe en yakın yazılar ve programlar” nedeniyle beni alkışlarken nasıl duygulandım bilemezsiniz.

Hele okuldaki söyleşi sırasında sorulan sorular, özellikle Avrupa Birliği konusundaki ilgi halkası müthişti.

Hepsine kocaman bir teşekkür borcum var.

* * *
BEYAZ ELBİSELİ KADIN...

Şakir Süter’in Fast yayıncılık tarafından piyasaya verilen kitabı, editörünün tam dediği gibi, sadece Tansu Çiller’in yaşam hikayesi değil, adeta bir dönemin tarihi.

Süter’in gözlemleri kadar yakaladığı öykülerde son derece ilginç. Hırslı bir kadının yükselişi, duruşu ve dibe vuruşu sinema gibi izleniyor.

Öyle bölümler var ki, karşınızda Tansu Çiller konuşuyormuş gibi geliyor.

Süter, satır aralarında Türkiye’de bazı insanların ne kadar tesadüfler sonucu nerelere geldiğini gösteriyor. İlişkiler, koşulların tam yerine oturması ve “yürü ya kulum” rüzgarının esmesi yetiyor.

Çiller’in etrafındaki insanlarla diyaloğundaki eksiklikler, sadece kendini dinlemesi yeniden gözlerinizin önüne geliyor.

Çiller tam anlamıyla bir rüzgar gibi geldi ve rüzgar gibi hiçb.ir iz bırakmadan gitti.

Ne bir vizyon, ne bir yapıt. Sadece ülkenin boşa gitmiş yılları...

Tabii bu arada kitap, Çiller’i Türkiye’ye hediye eden Süleyman Demirel’in de kulaklarını çınlattırmadan edemiyor.

*** *** ***

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları