Terim ve fırtınalar

SEVENLER de, sevmeyenler de Fatih Terim’in sıradışı bir karakter olduğunu kabul etmelidir.

Terim hem futbolculuğunda, hem antrenörlüğünde hep büyük hedefleri kovaladı.

Onun başarıyı yakalamak için inanılmaz bir hırsı var.

Maçları sahadaki futbolcusuyla birlikte yaşar.

Hatta onlardan daha çok ter döker.

Çek zaferinden sonra yaptığı basın toplantısında medyanın hem kendisini, hem de futbolcularını olumsuz etkilediğini dile getirdi.

Türkiye’ye dönünce kişiliklerine saldıran medya mensuplarıyla hesaplaşacaklarını söyledi.

Hatta şöyle dedi: "Eğer yenilseydik bizim için darağaçları kurulacağını biliyorduk. Hem rakiplerimizi, hem de darağaçlarını yıkıp geldik."

Belli ki, Terim’in, yardımcılarının ve futbolcularının ruh halleri medyanın tutumundan ciddi şekilde etkilenmiş.

* * *

Terim’in ve futbolcularının daha tahammüllü olmaları gerektiğini kabul ediyorum.

Ama hepimiz et ve kemikten yaratılmışız. Zaman zaman insanların sinirleri bazı saldırıları kaldıramıyor.

Bazı meslektaşların eleştiri dozunu ayarlamakta duyarlı davranmadıklarını da biliyoruz.

İzlenirlik ve okunurluk kaygısının bazı meslektaşlarımızı sivrilik yarışına zorladığı da bir gerçek.

Bir gerçeği daha vurgulamak gerekir. Meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu sorumluluk çizgisini koruyabiliyor.

Kişiliklerle uğraşanlar azınlıkta ama demek ki o kadarı bile Terim’in ve futbolcularının ruh halini olumsuz etkileyebiliyor.

Şimdi sizlere yaşanmış örnek bir olayı aktarmak istiyorum.

* * *

Yıl 1998... Dünya Kupası Fransa’da düzenleniyor.

Fransız halkı ülkesindeki şampiyonada kupayı kazanmak istiyor.

Milli takımlarının başında Aime Jacquet var.

Ama medya daha hazırlık sürecinden başlayarak eleştiri oklarını Jacquet’ye saplamaya başlıyor.

Antrenörü yanlış takım seçmekle suçluyor.

Cantona, Papin ve Ginola gibi ünlü futbolcuları saf dışı bırakıp, genç ve deneyimsiz isimlerle takım kurduğu için onu yerden yere vuruyorlar.

Saldırılar o kadar yoğunlaşıyor ki Aime Jacquet televizyonlardaki mizah programlarına konu oluyor.

Ama Jacquet bu havanın ruhunda yarattığı fırtınaları, isyanları belli etmiyor ve inandığı yolda ilerliyor.

Sonunda Fransa finale kalıyor ve Brezilya’yı yenerek dünya şampiyonu olmayı başarıyor.

Aime Jacquet’nin genç futbolcuları Stade de France’ta kupayı kaldırırken bütün Fransa onları ve hocalarını alkışlıyor.

Maçtan sonra Jacquet yaptığı basın toplantısında gazetecilere "İşte beğenmediğiniz, eleştirdiğiniz Fransa Milli Takımı, işte dünya kupası" diyor.

Sonra da istifa edeceğini, eleştirileri kişisel kin haline getiren l’Equipe Gazetesi’ne de dava açacağını açıklıyor.

Zaferinden sonra bu kez onu göklere çıkaran l’Equipe Gazetesi’nin röportaj başvurularını geri çeviriyor ve onlarla hiçbir zaman görüşmüyor.

Cumhurbaşkanı Chirac, Aime Jacquet’ye ülkenin en büyük nişanı olan Legion d’honneur veriyor.

Bütün ısrarlara rağmen Jacquet kararından dönmüyor ve emekliye ayrılıyor.

Anladığım kadarıyla eleştirilerin Fatih Terim’in ruhunda yarattığı fırtınalar da Aime Jacquet’ninkinden az değil.
Yazarın Tüm Yazıları