Paylaş
İki kulüp arasındaki çekişme de, Sakaryalı bazı kendini (ve tarihi) bilmezlerin cuma akşamı tesis ziyaretinde yumurtlayıverdiği sözlerle husumete dönüşmüştü bile. Sakarya emniyetinin de anlamsız ve adaletsiz "misafir seyirci yasağı" koyması, bu husumete tuz-biber eklemişti.
Maç öncesi stadın çevresinde hissedilen gerginlik, stadın tribünlerine de doğal olarak yansımıştı Sakarya'da. Daha maç başlamadan, ısınma için sahaya çıkan Altay oyuncu ve teknik kadrosuna atılmadık cisim, edilmedik küfür bırakmamıştı tribünler. İlk düdükle beraber, bu gergin ve saldırgan tavrın çimlerdeki mücadeleye de yansıdığı görüldü. İkili mücadelelere Sakarya takımı oyuncularının her türlü otokontrolden yoksun şekilde girmelerini, orta hakem ve şurekası tatlı bir aldırmazlıkla ve nadiren faul düdüğü çalmakla yetinerek izlediler. Daha 1. ve 3. dakikada sahaya atılan sis ve ses bombaları sebebiyle maçın durduğunu, ama hiç bir anons duyamadığımızı da kayda geçmem gerek. Anlaşılan kendileri açısından dönüm noktası olan bu maçta Sakarya tarafı, bir galibiyet için elinden geleni ardına koymayacaktı. Saldırganlığın cezasız kalmasından aldıkları cesaretle oynayan rakibine karşı sahadaki Altay onbiri, oldukça soğukkanlı ve oyuna ağırlığını koyarak başladı maça. Ne var ki, agresif rakibe karşı ortada Maksut, sol çizgide Doğan ve ileride Muharrem Ozan bir hayli pasif ve kırılgandılar. Maksut, oyun sürekli çevresinde dönmesine karşın çekingen ve pasif, Doğan etkisiz ve beceriksiz, Muharrem Ozan ise çalışkan olmasına rağmen rakip stopere oranla fiziken yetersiz ve oyun ahlakına sadık kaldığından mağdurdu. Buna karşılık Atakan ve Fatih'in orta sahanın göbeğindeki üstün çabası, stoperler İbrahim ve Murat Türkkan'ın tecrübeyle yoğrulmuş etkili performansı, Furkan, Mustafa Murat ve Serkan'ın enerjik, istekli ve üretken oyunu ile Altay oyunu istediği çizgiye çekmekte zorlanmadı.
İlk yarının 18. dakikasında savunmamızın hatasıyla kendi onsekiz yayımızın önüne indirdiği topa bomboş vuran Mahir topu dışarı gönderdiğinde, kalemizde tehlikeli olabilecek bir anı yaşadık. 23'te sağ beke yardıma gelip Beykan'dan topu alan Furkan, Maksut ile paslaşarak hızla sağ kanattan ileri aktı, rakip savunma ardarda yaptığı 2 faulle topu kazandı ama hakem düdüğüne yeltenmeyince işin hakem açısındam rengi o dakikada net şekilde belli oldu. 25. dakikada orta yuvarlakta aldığı topla rakip ceza sahasına hızlı giden Fatih, sol çizgiden gelen Serkan'ı görse, az adamla ve dağınık yakalanan rakip savunmanın bisküvi gibi dağıldığını izleyecektik, ama yanlış pas tercihi topun rakip savunmada kaybına sebep oldu. Hızlı kontraatağı ise ancak faulle kesebildik. İlk devrede o ana kadarki en net pozisyonumuz ise 1 dakika sonra yine bir Furkan-Mustafa Murat imzalı sağ kanat akını ile geldi. Murat'ın arka direğe ortasını göğsüyle önüne indiren Muharrem Ozan topu avuta vurdu. Son 15 dakikada bizim savunma hatalarımızla oyunu dengeleyen Sakarya ekibi, kalemize yeltense de, net bir tehlike yaşamadık. Altay ise geriden Muharrem Ozan'a yüksek top atarak hücum denemediği dakikalarda özellikle sağ kanattan yaptığı akınlarla önemli tehlikeler yarattı rakip kalede. Bu pozisyonlardan en barizi, 32'de Doğan'ın onsekiz içinde sağ kanatta Fatih'ten gelen topa vurduğu ve rakipten sekerek kornere giden pozisyondu.
Devre arasında kendi aramızdaki değerlendirmelerde ortak görüş, maça İbrahim Akın, Uluç ve Ferhat olmadan başlamızın hata olduğu, buna rağmen oyunun istediğimiz şekilde geliştiği, ancak Maksut-Doğan ve hatta Muharrem Ozan yerine İbrahim Akın-Uluç ve Ferhat değişikliklerinin çok geç olmadan yapılmasının gerekli olduğuydu. Neredeyse hepimizin maçın 0-0 bitmeyeceğini, ama İsmet Hoca'nın beraberliğe razı olduğunu, ancak Uluç ve İbrahim Akın'ın girmesiyle 3 puanın çok uzakta olmadığını söylemesi ise tribünden görünen tablonun netliğindendi aslında. İsmet Hoca böyle düşünmüyor olmalı ki, Maksut'un çekimserliğine, Doğan'ın etkisizliğine ve Muharrem Ozan'ın yetersizliğine aldırmadan aynı onbiri ikinci yarıda da sahaya sürmüştü.
İkinci yarı için Altay sahaya çıkarken, tıpkı ilk yarıya çıkarken olduğu gibi stad hoperlörlerinden "Kurban Tekbiri" yükseldi. Ben yanlış yazmadım, siz de yanlış okumadınız. Evet, kurban tekbiri! Hem bir sürü galiz küfürün, hem de tekbirlerin bir futbol maçında duyulması ne kadar şizofrenik ise, ikinci yarı sahada olan bitenler de bir o kadar trajikti. İkinci yarının ilk düdüğüyle Sakarya ekibi daha bir iştahlı, ilk yarıdan çıkardığı derslerle daha bir akıllıydı. İkinci yarı başlarken oyuna giren Ramazan Çevik'in getirdiği dinamizme ve sol açıkta Beykan'ın becerisine, Altay'ın kendi yarı sahasında oyunu kabul etme hatası eklenince, ardarda tehlikeler yaşadı Altay kalesi. Henüz ilk dakikada soldan gelen orta Egemen'in üzerinden geçerek arka direğe doğru düştüğünde, kaleye paralel giden topa Beykan'ın yetişememesi ilk ciddi sinyaldi aslında. Oyunda Sakarya baskısı artarken, saha kenarında ısınan Uluç ve İbrahim Akın'a yağdırılan küfürler ve yabancı cisimler, tribünlerin de baskıyı arttırdığına işaret ediyordu. Böylesi zehirli bir saldırganlığın bilinen tek panzehiri, rakip filelerle buluşturulacak tek bir gol olabilirdi ve fakat İsmet Hoca'nın buna inanması pek olası görünmedi. Zira bu küfür ve cisim yağmuruyla iyice bilenen Uluç-İbo ikilisini sahaya sürmek yerine, kale arkasına biraz daha ısınmaya gönderdi hoca, skorbord 54'ü gösterirken. Tıpkı geçtiğimiz hafta Kırklareli maçında olduğu gibi, gol de geliyorum geliyorum dedi. 60 ile 70. dakikalar arasında yarısahasına sıkışmış bir Altay, ilk yarıdaki endişelerinden sıyrılmış ve galibiyet dışında bir seçeneği olmadığının bilinciyle (kelimenin tam anlamıyla) saldıran bir Sakarya, gereksiz sertliğe prim vererek rakibi daha da saldırgan hale getiren bir hakem ekibi, kalemizde gördüğümüz net pozisyonlar ve nihayet bu durumdan pek de rahatsız olmamış görünen bir İsmet Hoca vardı sahada.
67. dakikada yaptığı Maksut-Ferhat değişikliğiyle vaziyeti idare etmeye çalışmanın faturasını 75'te eline aldı İsmet Hoca. Henüz 10 dakika önce Mahir'in yerine giren pehlivan görünümlü santrafor Batuhan, ceza sahası önünde yakaladığı topu füzeye çevirip kaleye gönderince bir çuval incirin berbat olduğuna dair kokular yükseliverdi. Bu gol İsmet Hoca'nın zihninde bir reaksiyon yaratmış olacak ki, Doğan-Fatih ikilisini kenara, Uluç-Ozan'ı oyuna alıp çift santrafora döndü hoca. Yanlış zamanda ve yanlış isimlerle yapılan bu oyuncu ve kurgu değişikliği, zaten elimizden kaçırdığımız oyunu daha da kaybetmemize, savunmada olmadık açıklar vermemize sebep oldu ki aslında rakibin de beklediği buydu. Sezon başından bu yana Sakarya maçlarını ve gollerini takip edenler, ne demek istediğimi de kolayca anlayacaklardır. Nitekim kaybolan takım disiplini, büyük savunma hataları ve açıkları getirdi. Maçın başından itibaren hem sağ bekte Beykan'ın ateşini söndüren, hem de hücuma yönelik pırıltılar saçan Mustafa Murat Uslu'nun büyük hatasıyla arkasına kaçırdığı Beykan son çizgiye inip içeri yöneldiğinde, penaltının geleceği bariz olmuştu. Çok şükür ki Egemen, Beykan'ın penaltısını kurtardı da, ikili averajın aleyhimize dönmesine engel oldu. Artık bu son on dakika itibariyle Altay'da taktik, disiplin, kondisyon, kurgu vs kalmadığından, ikinci golü yemeden bitirelim de, ikili averajı kaybetmeyelim düşüncesi hakim oldu zihnimize. Nitekim son dakikalarda sağdan ceza sahamıza giren Ramazan, bomboş altıpasa indirmek yerine kapalı yakın köşeye vurmayı tercih etti de, kaybettiğimiz eşeği bulmuşcasına sevindik.
Uzun sözün kısası, böylesi gergin, böylesi kritik bir maça İbrahim Akın-Uluç ikilisinin tecrübesinden yoksun onbirle çıkmayı tercih eden, bu hatasının farkına (başka sebep gelmiyor aklıma) oyunun akışını göremediği için zamanında varamayan,
kazanabileceği oyunda beraberliğe oynamanın böylesi bir ortamda rakibe maçı altın tepsiyle sunmak olacağını düşünemeyen İsmet Hoca'nın hanesine yazılacak bir mağlubiyetle dönüyoruz Sakarya'dan. Benzer sıkıntıları daha önce de yaşamıştık. Misal, daha geçen hafta geliyorum diyen rakip golünün sıkıntısını bizler tribünde ve ekran başında yaşarken İsmet Hoca iyimser bir aldırmazlıkla beklemiş, son dakikalarda telafisi olmayacak bir golle 2 puanı heba etmiştik. İsmet Hoca'yı önümüzdeki maçlarda protokol tribününe davet etmek geliyor içimden, sıcak çayını yudumlarken stresi yatışır, kenarda göremediği gerçekleri yukarıdan daha rahat görür de zamanında kulübeye aktarır, sahaya yansıtır diye düşünerek. Bir de sayın Başkan'a seslenmek geliyor içimden, İsmet Hoca ve İbrahim Akın arasındaki sıkıntı-sorun neyse çözmek için adım atması adına. Biri omzunda "son şampiyon" apoleti olan saygıdeğer bir hoca, diğeri Altay'ın çocuğu, futbolun kitabına sayfalar yazmış olan bir futbol virtüözü. Ama ikisinin arasında var olduğunu hissettiğim büyük sıkıntının her ikisine ve Altay'a verdiği zarar da inanılmaz boyutta. Her işe karışan bir başkan beklemiyoruz elbet (öyleleri var ne yazık ki ülke futbolunda bolca), ama en zor zamanda en kritik haftalara girilirken ortada sıkıntı varsa, bunu en kısa zamanda çözmek de onun sorumluluğu olsa gerek.
Bir hafta boyunca bu maçı düşünürken, maç sonrası galibiyet yazısının başlığını "Bak işte yaklaşıyor fırtına" koymayı düşlemiştim, mutlu sonun müjdesi olarak. Gelin görün ki yaşananlar engel buna. Ne yapalım, kısmet değilmiş. Tüm iyi niyetimizle, henüz testi kırılmadan gerekli olduğuna inandığım uyarıyı yapalım o zaman: Bak İsmet Hoca, yaklaşıyor tehlike...
Paylaş