Fenerbahçe formalı çocuk

Fotoğrafı gördüm sadece.

Haberin Devamı

O ufacık çocuğun tribündeki korku dolu fotoğrafını gördüm. Haberi açmadım. Görüntüleri izlemedim. Ama biliyorum ne olduğunu. Öyle iyi biliyorum. Elifi elifine tahmin ediyorum. Tahmin değil ezber. Neredeyse ezber.

Ezberledik. Ezber ettik. Bıktık. Bıktık usandık. Kan kusuyoruz artık bu nefretten. Bu vahşilikten. Akıl tutulmasından. Saygısızlıktan. Sevgisizlikten. Bu kötülükten.

Ne yaşıyosak futbolumuz da o. Ne yaşıyosak tribün de o. Sokaklarında çocukların öldüğü ülkede tribünde çocuk ağlatılır. Hikâyede boşluk yok.

Bu berbat fotoğraflardan, bugün Kayseri’den, geçen gün Konya’dan gelen berbat tribün fotoğraflarından iki dakika uzaklaşmak istiyorum. Kaçmaksa kaçmak.

O çocuğun o korku dolu hali gözümün önünden iki dakika olsun gitsin istiyorum. Bu kötülük biraz çekilsin, açılsın, acık nefes aldırsın diyorum. Gerçi yine dönüp dolaşıp futbola sığınıyorum. Başka türlüsünü bilmiyorum.

Ölüm yıldönümü yaklaşıyor. Bir şahane futbolcu. Nefis bir insan. Ben yılın bu vakitleri hep onu yazarım. Onu anarım. Yine analım, onun güzelliğinde buralardan biraz kaçalım.

Hüseyin Çakıroğlu, Fenerbahçelilerin “Doktor” lakaplı, “Sarı” lakaplı, giderek “Sarı Doktor” lakaplı sevgilisi. Lacivertin sarısı.

Gelecek zamandan armağan gibi sanki memleket futboluna. Hem savunmada hem de hücumda etkili bi orta saha oyuncusu. Çok şut, çok gol, çok asist. Alışılmadık.

18 Eylül 1985’te, 77. dakikada Bordeaux’ya atılan, akılları alan, hayatı donduran son golün sahibi.

Bir başka adam. Çok sevilen çok sayılan. Nazik, mütevazı, düşünceli. Güleryüzlü. Dostoyevski meraklısı. Futbol sorunlarıyla haşır neşir. Bakanın içi açılır, yüzüne vurmuş iyiliği. Hem Fenerbahçe’nin hem Milli Takım’ın biriciği.

Birden bire bacağında büyüyen bir ben. Vücuduna yayılan bir illet. Sonrası kötü. Çok kötü.

Ekim 1986. Haberi alan futbolcu arkadaşları Hüseyin Çakıroğlu’nun evine koşar. Herkes perişan. Kardeşi anlatır, Metin Tekin kapının önüne kadar gelir ama yukarı çıkamaz, bi cümle dökülür ağzından: “Tutamam kendimi, ağlarım”. Yugoslavya deplasmanına doğru yola çıkmış olan Milli Takım arkadaşları tutamazlar kendilerini, ağlaya ağlaya giderler o maça. Hüngür hüngür.

Taraftar, Hüseyin Çakıroğlu’nun ardından bir uzun ağıt yakar, Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın oynadığı bir lig maçından önce hep bir ağızdan söyler. O ağıtın bir yerinde şöyle der:

Ne sen bizlere doydun/ Ne de doyduk biz sana/ Fenerbahçe forması/ Kefen mi oldu sana?

Hüseyin Çakıroğlu, hasta yatağında verdiği son röportajda “Formamı, taraftarımızı ve Kadıköy’ü çok özledim” der.

Biz de onu hep, ama en fazla ölüm yıldönümünün yaklaştığı bu günlerde çok özleriz.

Sarı Doktor’u ne zaman hatırlasak, tutamaz kendimizi ağlarız.

Yirmi dokuz sene olmuş. Ruhu şad olsun.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları