Başka adamlar

Bakınız şu hayatta üç tane naçizane tespitim var.

Haberin Devamı

Birincisi; dünya üzerinde, o bereyi kafasına, o biçimde, başka kim takarsa taksın ibiş gibi olacağıdır. Bilic olmuyor.

İkincisi, dereotu denen bitkinin faşist olduğudur. Mesela ben, bir dal koydum geçen yaptığım turşu kavanozunun içine. Bir tek dal. Sanırsınız dereotu turşusu yapmışım. Bu hep böyledir ama. Hep o kazanır. O yüzden “Dereotlu bilmem ne” tanımı külliyen yanlıştır bence. “Bilmemneli dereotu”dur doğrusu. “Poğaçalı dereotu” gibi. Hayır, tamamen çıkarayım hayatımdan diyorum fakat gelin görün ki mücver dediğimiz şahane şey bunsuz olmuyor.

Üçüncü tespitim ise, bizim futbol uleması kadar iyi çeviren başka bir meslek grubunun yeryüzünde olmadığıdır. İddia ediyorum, koyun spor medyasını mangalın başına; kaz mümkünü yok yanmaz, kanat kömürleşmez, pirzola kararmaz. Anında çevirirler.

Hep “Hiç unutmam” diye başlayan bir cümle kurmak istemişimdir. Kısmet bu güneymiş, müsaadenizle. Hiç unutmam, Aragonés, daha Fenerbahçe’ye imzayı atmadan bizim futbol uleması zalim şakalarına başlamıştı.

Hocanın ilerlemiş yaşına atıfla “Saha kenarında ölmese bari” diye konuşuyorlar, “Dedem olacak yaşta” filan diye gülüyorlardı. Hatta o kadar uzatmışlardı ki, kulüp, internet sitesinden habire, Aragonés’in futbolcuları sırtlayıp çalıştırırken çekilmiş fotoğraflarını yayınlamak zorunda kalmış, “Valla hocamız turp gibi” mesajı vermeye debelenmekten yorgun düşmüştü.

Sonra, Aragonés’in kalp krizi geçirip ölme ihtimalinin Fenerbahçe’ye futbol oynatma ihtimalinden daha yüksek olduğu, futbolu zerre kadar bilmediği, o futbol oynarken ekmeğin karneyle verildiği gibi şahane saptamalarını uzun uzun yazdılar, saatlerce konuştular. “Huysuz” dediler, “Despot” dediler. İşin içine bir de Guiza talihsizliği girdi. Doz iyiden iyiye arttı. Sonunda sözleşme fes edildi. Aragonés’in arkasından resmen teneke çalındı.

Fakat geçen sene ölüm haberi geldiği anda başladılar çevirmeye. Hem nasıl. Aragonés’in kıymetinin bilinemediğini, hocanın saha içi taktik disiplin ve saha dışı takım disiplini konusunda tek isim olduğunu, esasında Fenerbahçe’ye bir futbol felsefesi getirmeyi hedeflediğini, Fenerbahçe'nin başarısının uzun soluklu olabilmesi için uğraşan mükemmel bir hoca olduğunu konuştular. Aynı adamlar.

Bu adamlar, bir hafta, hakem hatalarından mustarip bir takım için “Takımın özellikle hakkı yeniyor, hakemler şunu yapıyor, şuna göre şeediyor” diye saatlerce konuşurlar.

Ertesi hafta aynı takımın lehine hakem hatası yapıldığında, “Vay efendim takım şampiyon yapılmak isteniyor, o yüzden bu böyle, ondan ötürü eyyam yapılıyor” diye çeviriler. Şaşar kalırsınız. Aynı adamlar.

Ya da şimdi sabah akşam, Bilic ve Önder Özen’in Tottenham maçından sonraki şahane selamlaşmalarını konuşuyorlar, “Ah! İşte iki medeni insan, iki spor adamı, iki dost” filan diye ağlak yapıyorlar mesela, külliyen yalan.

Aynı adamlar değildi sanki, Önder Özen ve Bilic arasında icat edilmedik sorun bırakmayanlar. Onları o kadar işleri arasında durmadan açıklama yapmak zorunda bırakanlar. Yoranlar. Aynı adamlar.

Dediğinin, yaptığının arkasında durabilmek başka şey.

Bazen kazın yanacağını bile bile çevirmemeyi göze alabilmek.

Yapan var. çArşı gibi.

Ama biliyoruz tabi, onlar başka adamlar.



Yazarın Tüm Yazıları